Aramak

TAVAN ARASI

Bir Kitabın Hikâyesi

Rûhu’l-Meânî tefsiri sahibi büyük âlim Mahmud el-Âlûsî’nin, Abdülmecid Han devri şeyhülislâmı Arif Hikmet Efendi hakkında bir eseri vardır. Bu eserinde şeyhülislâmı över, onun güzel ahlâkından bahseder. Bu eserin yazılış sebebi ise şöyledir:

1842 ile 1849 tarihleri arasında Bağdat valisi Mehmet Necib Paşa ile Âlûsî hazretleri arasına kıskançlık girmiş ve büyük âlim müftülük vazifesinden alınmıştır. Bu haksız uygulamayı düzeltmek ve tefsirini padişaha sunmak üzere İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan büyük âlim, önce kara yolu ile Trabzon’a oradan da gemiyle İstanbul’a gitmiştir. Bu yolculuğunda İstanbul’da gördüklerini anlattığı bir eser yazmıştır.

Âlûsî’nin gözünde İstanbul, asırlarca İslâm’ın mihmandarlığını yapmış, müslümanların şanını fetihlerle yükseltmiş gazilerin ocağıdır. Din ve dünya faziletleriyle tarihin sayfalarına altın harflerle yazılmış bir medeniyetin merkezidir.

Orada Mehmet Hamdi Paşa’nın konağında misafir edildiğini anlatır, bu konağı ve hane halkını hayırla yad eder, Cenâb-ı Allah’tan onları korumasını diler. Burada ikâmet ettiği zaman zarfında en ufak bir eksiklik görmediğini, aksine misafirperverlikte had safhaya ulaşıldığını söyler. Fakat yalnızlıktan da şikâyet eder. Çünkü ne yapması gerektiğini bilmemektedir. Kime gidecek? Kendisine atılan iftiraları nasıl bertaraf edecek? Kim elinden tutup, gerçeklerin ortaya çıkmasına yardımcı olacak?

Bütün bu soruları düşünürken kendisini de avutmaya çalışır: Mademki hilafet merkezine ulaştım, hiç şüphesiz Cenâb-ı Allah elimden tutar, diyerek Şeyhülislâm Efendi’yi ziyaret etmeyi kararlaştırır. Derhal gider, Şeyhülislâm Arif Hikmet Efendi’nin huzuruna çıkar. Mübarek simasından etkilenip ellerini öpmek ister, ancak o izin vermez. Kendisine bir babanın çocuğuna yaptığı gibi şefkat elini uzattığını anlatır. İşte, herkesin kendisine hayır dualar ettiği Şeyhülislâm’ın üstün ahlâkî faziletlerine vâkıf olup ilmî seviyesini de gördükten sonra, Şehiyyü’n-Neğâm fî Tercemet-i Şeyhi’l-İslâm Ârifi’l-Hikem adını verdiği kitabı yazar.

Âlûsî hazretleri İstanbul’da padişah ile görüşmüş ve büyük tefsirini takdim etmiştir. İstanbul’dan müşkilâtını hallederek memnun ayrılsa da Irak’a gittikten bir süre sonra vefat etmiştir. Allah Tealâ rahmet eylesin.

(Süheyl Sapan, Iraklı Âlim Mahmud el-Âlûsî’nin Hatıralarında İstanbul, Osmanlı İstanbulu IV: IV. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu Bildirileri 20-22 Mayıs 2016, s. 47-62)

Ayın Kelimesi: Kelâm

Günlük hayatta çok sık kullandığımız “kelâm” ve “kelime” Arapça asıllıdır. Her ikisi de aynı kökten türemiştir. Gelin kelâm ile ona kardeş kelimeleri hatırlayalım.

Kelime: 1. Bir veya birkaç heceden meydana gelen anlamlı söz, sözcük. 2. (Bazı belirli söyleyişlerde) Cümle, söz, lakırdı, kelâm.

Kelâm: 1. Tek kelime veya kelimelerden meydana gelmiş söz, ifade. 2. Söyleyiş, söyleme. 3. Dil, lehçe. 4. Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik ve âhiret gibi iman esaslarından bahseden, bu esasları aklî ve naklî delillerle İslâm inançlarına uygun olarak ispat etmeyi amaç edinen ilim, ilm-i kelâm.

Kelâmcı: Kelâm âlimi.

Mükâleme: 1. Karşılıklı konuşma, söyleşme. 2. Bir anlaşma veya antlaşma için iki devletin delegeleri arasında yapılan konuşma, görüşme, müzakere. 3. (Bir yabancı dil için) Konuşma el kitabı, mükâlemenâme.

Mütekellim: 1. Konuşan, söyleyen kimse. 2. Dilbilgisinde birinci şahıs. 3. Kelâm ilmiyle uğraşan kimse, kelâm âlimi.

Bir Beyit Bir İzah

“Hâl-i âlem ezelî böyle perişân ancak
Kimi handân kimi giryân kimi nâlân ancak.”

Şair Bâkî’ye ait bu beyitte yaratılışın hikmeti ve dünya hayatının yeri dile getiriliyor. Yani kısaca “Âlemin durumu, yaratılışından beri böyle perişandır. Kimi güler, kimi ağlar, kimi inler.”

İnsanoğlunun dünya hayatını inancı, itikadı yönlendirir. İtikadın kelime manası bağlanmak ve sımsıkı düğümlenmektir. Kimi yaşayıp ölüp gideceğine inanır. Kimi ahiretin varlığına inanır ama nasıl yaratılış gayesine mutabık yaşayacağını bilemez. Çünkü dini tahrif olmuştur. Bizim imanımız, bizi sağlam itikat ve ilmihale bağlar. Böylece dünyayı doğru anlar, doğru tanır ve gereğince bir hayat yaşamaya çalışırız. Dünya hayatında karşılaştıklarımızın imtihan olduğunu biliriz.

Merhum Şair Bâkî de beytinde bu hakikati dile getiriyor. Cenâb-ı Mevlâ âlemi perişan yaratmayı murat etmiş diyor. Perişan, dağınık demektir. Yani herkesin, her şeyin durumu farklı, çeşitlidir. Bir diğer mana da dünya hayatının sıkıntı ve imtihan yeri oluşudur. Daimi gülmek ve saadet burada ele geçmez. Cenâb-ı Mevlâ dünya hayatını böyle takdir etmiş ve bizleri keyif çatmak için değil, imtihan için göndermiştir. Eğer bunu bilir ve buna göre yaşamaya çalışırsak hem dünya sıkıntılarımız bir mana kazanır, belki tatlanır hem de ahiretimiz perişan olmaz inşallah.

Bir Tavsiye

Evlerimizde ihtiyacımıza cevap verecek bir kütüphane mutlaka olmalıdır. Peki ihtiyacımız nedir? Öncelikle her evde ilmihal kitabı olmalıdır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadını öğrenmek ve buna göre hayatı tanzim etmek için bu kitapları ailecek okumalı, çocuklarımıza mutlaka iman esaslarını ve temel vazifeleri bu kitaplardan öğretmeliyiz. Sonra ibadet, evlilik ve ticaret gibi içinde bulunduğumuz şartların dinî ölçü ve hükümlerini öğrenmek için gerekli kitaplarımız olmalı. Siyer-i Nebî, Hayatü’s-Sahabe ve Allah dostlarının hayatları, menkıbeleri de temel ihtiyaçlarındandır. İslâm ahlâkının esaslarını anlan eserler de ihtiyaç. Sonra tercihe göre hatıra kitapları, hikâye, roman gibi türlerle raflarımızı çeşitlendirebiliriz.

Bir Söz

“İnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri şey için verdikleri onlara zor gelmezdi.
Zünnûn-ı Mısrî kuddise sırruhû

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy