Aramak

TAVAN ARASI

Sekiz Bin Kişiyle Hac Yolculuğu

Korona salgını sebebiyle bu yıl mübarek hac yolculuğuna çıkılamadı. İnşallah yakın zamanda bu salgın tesirini yitirir ve mukaddes beldelere yolculuğun kapısı açılır. Tarihte de bazı hastalık ve savaşlar sebebiyle haccın yapılamadığı zamanlar olmuştur. Günümüzde hac yolculuğu gelişen imkânlarla kolaylaşsa da eskiden günün şartlarında çok uzak diyarlardan gelen müslümanlar bazen yolda muhasara altında kalmışlar, hac yapamadan dönmüşlerdir. İlmihal kitaplarımız da hac bahsinde hacca gitmesine izin verilmeyen müminlerin ne yapacağını detaylı olarak ele alır.

Hac hususunda dikkat çeken durumlardan biri de, kalabalık hac kafileleridir. Özellikle Avrupalılar tarafından sömürülmeden hayli zengin olan Afrikalı müslümanların yolculukları meşhurdur. Bunlardan Mali Sultanı Kankan Musa’nın yolculuğu dillere destan olmuştur. Gelin bu meşhur hac kafilesini Ahmet Kavas’ın dilinden dinleyelim:

“Bütün Afrika tarihinin en büyük tarihî şahsiyetlerinden kabul edilen Mali Sultanı Kankan Musa’nın 1324-1325 yılları arasında tamamladığı hac seyahati, tarihte benzeri görülmeyen bir hadise olarak hem kendi döneminde hem de daha sonraki dönemlerde yazılan kitaplarda bütün teferruatıyla anlatılmaktaydı. Hicaz’a gerçekleştirilen seyahatler içinde en fazla destanlaşan Mali sultanınınki olup, bu girişimine karar vermesi istemeden ölümüne sebep olduğu annesinin acısını bir türlü unutamaması üzerine gerçekleşmişti. Zira çevresindeki âlimlerden birisi Kankan Musa’ya hacca gittiği takdirde bu ıstıraptan kurtulabileceğini tavsiye etmişti. Hakimiyeti altındaki tebaasına bu yolculuğu için gerekli erzak ve diğer ihtiyaçları için gerekli katkıda bulunmaları için emir verdi. Bu yolculuğa hangi günde çıkmasının daha hayırlı olacağını sorduğu bir âlim, on ikinci günü Cumartesi olan bir ayda çıkmasını tavsiye etti. Tam dokuz ay sonra on ikinci günü Cumartesi olan bu ay geldi ve Kankan Musa yola çıkmaya karar verdi. Fakat payitaht merkezi Niani şehri idi ve hâkimiyeti altındaki toprakların en batısında bulunuyordu. Kendisiyle aynı yıl hac yapmak üzere daha önce yola çıkan kervanlar hâkimiyeti altındaki şehirlerin en doğusundaki Timbuktu’ya varmışlardı. Kankan Musa yola çıktıktan sonra uğradığı şehirlerde, Cuma gününe tesadüf edilmişse oraya mutlaka bir cami inşa ettiriyordu. Devrinin en ihtişamlı ve zengin sultanlarından kabul edilen Kankan Musa beraberinde bulunan kırk katıra yüklettiği altınla seyahatine başlamıştı ve bunların tamamını gidiş yolu üzerinde tasadduk etmişti. Kaynaklarda kendisiyle birlikte 8 bin kişinin aynı ayda yola çıktığı rivayet edilmektedir.

Mali’nin önde gelen tarihçilerinden Abdurrahman es-Sa’dî, Kankan Musa’nın hac yolculuğuna ne kadar insanla çıktığı konusunda farklı rivayetler olduğunu, hatta bu rakamı 60 bin olarak verenler bulunduğunu bildirmektedir. Yolculuğu esnasında atına her bindiğinde önünde giden 500 kölenin her birinin elinde çubuk halinde 500 miskal altın taşındığı kaynaklarda zikredilmektedir. Hac kafilesi ülkesinin en doğusundaki Timbuktu şehrine ulaştığında, Kankan Musa burada büyük bir camii inşa ettirdi. Bugünkü Cezayir’in güneyine ulaştıklarında ise kendisiyle hac yolculuğuna çıkan adamlarından binlercesinin ayaklarında yaralar çıkması üzerine onları burada bırakmak zorunda kaldı. O dönemde ‘tuvât’ denilen bu hastalıktan dolayı onların yolculuklarına son verdikleri bu yer daha sonraki asırlarda ‘Tuvât’ olarak tanındı. Geriye kalan adamlarıyla hac yolculuğuna devam eden Kankan Musa, önce Memlûk idaresindeki Mısır’ın başkenti Kahire’de, ardından da Hicaz’a varmasıyla birlikte Mekke ve Medine’de 20 bin parça altın tasadduk etti.”

(Ahmet Kavas, Afrikalı Sultanların Destanlaşan Hac Seyahatleri, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Darulfünun İlahiyat), 2008, S. 18, s. 89-102.)

Gülistanda Bir Çiçek

“Şeyhim güldür, ben onun yaprağıyam
İlahi yaprağı gülden ayırma.”

Eşrefoğlu Rumî hazretlerine ait bu beyit, hem tasavvufun gayesini hem de tasavvuf edebiyatının en temel sembollerini ihtiva ediyor. Gül, edebiyatımızda evvela Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin sembolüdür. Peygamber vârisi olan evliyaullah da sünnet-i seniyyenin taşıyıcısı olarak gül remzine dâhildir. Mürşid-i Kâmil, nebevî ahlâk ve maneviyatın nesilden nesile taşıyıcısıdır. İmam-ı Rabbanî kuddise sırruhû hazretleri bir mürşid-i kâmilin meclisine dâhil olan kimsenin, ashab-ı kiramın meclisine yetişmiş gibi istifade edeceğini buyuruyor. Şemseddin Sivasî kuddise sırruhû hazretleri, “Gülşenâbâd” adlı eserinde mürşid-i kâmili gül, onu örnek alan müritleri de gülistandaki diğer çiçekler olarak tasvir eder. Her çiçek, kendisinde ortaya çıkan güzellikleri edeple elde etmiştir. Eşefoğlu Rumî hazretleri de müritleri gülün yaprağı olarak tasvir ediyor. Bu söyleyiş, nebevî ahlâkı temsil edenlerin çevresinde toplanmanın ve onlardan istifade etmenin son derece zarif bir ifadesidir. Gül yaprak ve dikenden oluşur. Gül, şeyhtir. Gülün taç yaprakları şeyhin sûfîleridir. Diken ise seyr u sülûkta karşılaşılan sıkıntı ve çilelerdir.

Bir Tavsiye

Salgın döneminde insanlarımızın ilk fark ettiği şey okumak oldu. Dolayısıyla evde kalınan günlerde Türkiye’de hiç olmadığı kadar kitaba ilgi gösterildi. Bu elbette güzel bir durum. Salgın sırasında tanıştığımız başka bir şey de “uzaktan eğitim” meselesi. Açıklamalardan ve salgının seyrinden anladığımız kadarıyla uzaktan eğitim bir süre daha devam edecek. Eğitimciler, bu süreçte ailelerin de çocuklarına destek olmalarını tavsiye ediyorlar. Aslında okul ve aile işbirliği her zaman için gerekli. Hatta eğitim öncelikle hakiki anaokulunda yani evde başlamalı. Uzaktan eğitim sürecinde de müfredatın eve düşen kısmını tamamlamak kadar, çocuklarımızın eğitimine düzenli okuma, güzel konuşma ve bazı işleri birlikte yapma bakımından destek verebiliriz.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy