İnsan Halleri Seferden fazlası Tarih kaynaklarından sadece tarihî olayları değil, ecdadımızın ince tavırlarını, güzel alışkanlıklarını da okuruz, öğreniriz. Osmanlı’nın 1574’de düzenlediği Tunus Seferi’ni anlatan Serhengî’nin Fetihnâme’si bu imkânı veren eserlerden biridir. İspanyol güçlerinin ele geçirdiği kaleyi fethetmek ve bölgeden haçlıları temizlemek için düzenlenen sefere oldukça güçlü bir donanma gönderilmiştir. Bu sefere katılan Serhengî hayli detaylı bilgiler verir. Bunlardan biri de ordunun kaleyi kuşatmadan önce sefer niyeti yapması, topluca tevbe etmesi ve Allah Tealâ’dan yardım istemesidir. Tarihçiler benzeri bir tabloyu İstanbul’un fethi için anlatırlar. Tunus’un fethi için İslâm ordusunun yaptığı cihad hazırlığını Serhengî’nin dilinden sadeleştirerek aktaralım: “Tunus ve Halku’l-Vâd yakasına yönelip o kötü niyetli kâfirin şerrini müslümanların üzerinden defetmeyi Allah Rasulü aleyhissalâtu vesselamın mucizesi ve Yüce Mevlâ’nın yardımından bekleyerek yola koyulmuşken, Cezayir tarafında Kalibye adlı yere ulaştık. Orada hiç durmadan hedefimize varmak için yolumuza devam ettik. Hedefimize yaklaştığımızda bazı haberciler Trablus ile Tunus askerinden haber getirdiler. Muvahhid İslâm ordusu da düşmanla dolu kalenin yakınına yerleşmişti. Evvela Allah Tealâ’nın rahmet suyuyla bedenimizi yıkayıp tazelendik. Nice kabahat ve şekavetle dolu derûnumuzu da lütuf suyu ile yıkayıp, tevbe istiğfar ile gönlümüzü kederden arındırdık. İmtihan yüküyle pas tutmuş gönül aynasını tevbe ve ibadet cilası ile parlattık. Kara yüzümüzü Cenab-ı Mevlâ’nın dergâhına acziyetle sürdük. Mertlik kemerini belimize bağlayıp, namus eteğini üzerine sarıp Allah Tealâ’nın lütfuna tevekkül kıldık. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin şefaatine sığındık. Gece gündüz Hak Tealâ’nın yolunda cihad eden Anadolu yiğitleri, kılıçlı tüfenkli gazilerimiz, ‘inayet Allah’ın, fırsat Muhammed’in’ deyip Allah’a tevekkül eyledik, Hakk’ın takdirine rıza gösterdik.” Bir Söz “Her kim müslüman olur ve bedeni de sağlık, sıhhat, afiyet içinde bulunursa, dünya ve ahiret nimetlerinin en büyükleri kendisine verilmiş demektir. Zira dünya nimetlerinin en büyüğü sıhhat ve afiyet içinde olmaktır. ahiret nimetlerinin en büyüğü ise müslüman olmaktır.” Ebu Bekir b. Abdullah el-Müzenî kuddise sırruhû Bir Tavsiye Günümüzde malesef kitaplar da bir tüketim unsuru. Bu yüzden kitapların çok büyük kısmı tamamen ticarî. Okuyucu olarak bu tüketim çarkına düşmemek gerektiği gibi, ticarî ürün olmaktan öteye gitmeyen kitaplardan da uzak durmak gerekiyor. Bunun en güzel yolu da asırlardır okunan ve tükenmeyen eserlere öncelik vermek, onları baş ucunda tutmaktır. Mesela hadis-i şerifler için Riyâzü’s-Sâlihîn, müslümanca bir hayat için İhyâu Ulûmi’d-Din, sohbetler için de Tenbihü’l-Gâfilîn muhakkak istifade edilesi gereken eserlerdir. Ayın Kelimesi: İrfan Dilimizde geniş bir kullanım alanı olan “irfan” kelimesi Arapça kökenlidir. İlim “bilmek” iken, irfan “tanımak”tır. Manaları yakındır yani. Ancak ilim, bizim Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif özünden türeyen maddi manevi hazinelerimizi karşılarken, irfan bu hazinelerin hayat ile vücut bulmuş, derunîleşmiş, her bir harekete, tavra sinmiş halidir. İrfan kelimesi çokça kullandığımız “Men arefe nefsehû, fekad arefe rabbehû: Kendini tanıyan Rabbi’ni tanır” sözündeki, “arefe” kökünden gelir. Dilimize bu kökten türeyen birçok kelime girmiş ve günümüze miras kalmıştır. İrfan: 1. Bilme, anlama, biliş, anlayış. 2. Gerçeği anlama hususundaki güçlü seziş yeteneği, görgü ve sezişten gelen ruh uyanıklığı. 3. Kültür. 4. Tasavvufta Allah Tealâ’nın gizli sırlarını ve eşyânın hakîkatini tefekkür; keşif ve ilham yoluyla vâkıf olma, tevhid ilmini zevk edinme. İrfanlı: İrfan sahibi. Arîf: 1. Çok meşhur, tanınmış, şöhretli kimse. 2. İrfan sâhibi olan (kimse), bilici. Ârif: 1. Çok anlayışlı, hakkıyla bilen, gördüğünü uzun düşünmeye gerek kalmadan hemen kavrayacak yetenekte olan kimse; irfan sahibi, gönül ehli. 2. Tasavvufta Allah Tealâ’nın sırları kendisine açılmış olan seçkin kul, herkesin göremediği manevi gerçekleri gören, anlayan kimse. [Tasavvufa göre ârif âlimden farklıdır. Âlim dış âlemi bilen, ârif ise ezel sırları kendisine açılmış olan, Allah Tealâ’yı, kâinâtı, nefsini tanıyan, irfan sahibi kimsedir]. Ârifân: Arifler. Ârifâne: Arif kimseye yakışır biçimde, arifçe. Arefe: 1. Dinî bayramlardan bir önceki gün [Aslında hacıların Arafat’a çıktığı kurban bayramından bir önceki Zilhicenin dokuzuncu gününe denirdi. Sonradan Ramazan bayramından önceki gün için de kullanılmaya başlanmıştır]. 2. Önemli bir gün veya olaydan önceki gün veya zaman. Maruf: 1. Bilinen, belli, malûm. 2. Herkes tarafından tanınan, tanınmış, ünlü, meşhur. 3. Dînen iyi kabul edilen ve insan tabiatına hoş gelen şey, iyilik. Karşıtı, münker. Marifet: 1. İş yapma hususundaki ustalık, beceriklilik, hüner, maharet. 2. Mecazî olarak bir kimsenin uygun olmayan, hoşa gitmeyen, garip karşılanan hal ve davranışı, tuhaflık. 3. Bilgi, ilim. 4. Tasavvufta varlıkların hakikatini ve ilâhî sırları tefekkür, keşif ve ilham yoluyla kavrama, gerçeği bilme, irfan. 5. Allah Tealâ’nın rızasına erişme yolundaki dört makamdan biri (şerîat, tarîkat, hakîkat, mârifet). Tefekküre vesile Bir Beyit Bir İzah “Şu mâhîler gibi kendini deryadan cüdâ sanma İhâta eylemiş her yana bak her sûyı tevhîd et” Niyâzî-i Mısrî kuddise sırruhû hazretleri bu beytinde, “Ey insanoğlu, sen de bir hikmet deryasının içindesin, suda yaşayıp da ondan habersiz balıklar gibi kendini uzak zannetme. Bak, her taraftan tefekkür edeceğin vesileler sarmış durumda. Onlara bak, tevhidin sırrına eriş, Rabbinin bir olduğunu anla” diyor. Tefekkür evvela kendi nefsimizden, bedenimizden başlamalıdır. “Kendini tanıyan Rabbini tanır” sözü bu hikmeti ifade eder. Ayrıca insanoğlu bütün kâinatın bir özeti olarak yaratılmıştır. Bundan sonra insan yere ve göğe, gündüze ve geceye, mevsimlere, tabiat olaylarına, hayvanlara, bitkilere, cansızlara bakar ve bunların her biri üzerinden Rabbinin kudretini, sanatını idrak eder. Böylece kendisine gösterilen istikamete kolayca bağlanır, hakikatsiz kalmaz. Gözleri görür, kulakları işitir ve dili hakikati söyler.