İnsan Halleri: Mühtedî ile Dönme Farkı
Istılahlar/terimler önemlidir. İnsanların ve eşyaların birer ismi olduğu gibi ıstılahlar da ilmî bir anlamın, durumun, tarifin özel isimleridir. Her bir ıstılahın sebebi ve bir tarihi vardır. Özellikle sosyal alanlarda her bir ıstılahı yerli yerinde kullanmak ve anlamak gerekir. Aksi halde birbirine yakın gibi duran fakat aralarında büyük farklar bulunan ıstılahı birbirine karıştırmış, birbirinin yerine kullanmış oluruz. Bir misal mi? M. Ertuğrul Düzdağ’ın “mühtedî” ve “dönme” ıstılahları için yazdıklarını okuyalım:
“Dönmelerin Müslümanlığın dışında ve müslümanlardan ayrı bir zümre olduklarını bilmeyen bazı kimseler, bu bilgisizlikleri yüzünden ve iyi niyetle; “İyi ya işte, dönmüşler, müslüman olmuşlar. Fena mı? Hepimizin dedeleri dönme değil mi?” diyebilirler.
Gerçekten de hepimizin ecdadı birkaç asır önce müslüman olmuş birer mühtedîdir. Fakat ‘dönme’ değillerdir. Bir Dönme’ye mühtedî denemeyeceği gibi, bir mühtedîye dönme denemez. Bu iki terimi derli toplu olarak tarif edersek aralarındaki fark daha iyi görülür.
Mühtedî: Dinsiz iken veya bir başka dine mensup iken –eski halini terk ederek- ihtidâ eden, yani müslüman olan kimseye denir. Bunun zıddı, yani –Allah korusun- İslâmiyet’ten çıkanın, yani ‘irtidâd’ edenin sıfatı ise ‘mürted’dir.
Her dinden ve ırktan insan mühtedî olabilir. Bunlar müslümanlarca kardeş bilinirler. Eski dinleri ve mensup oldukları ırk mühim değildir. Herhangi bir yahudi de İslâm’a gelirse mühtedî olur ve diğer müslümanlardan ayırt edilmez. Yine bir Sabatayist yahudi de eski inançlarını terk ederek müslüman olursa artık ona da dönme denemez.
Dönme:
Sabatay Sevi’nin ‘Mesih’lik iddiasıyla Yahudi inancında bazı değişiklikler yaparak uydurduğu yeni inanca bağlı olan ve yine onun emri gereğince sahte olarak müslüman görünen yahudilere denir. Bunlar Musevilik’ten çıktıkları gibi İslâmiyet’e girmemişlerdir. ‘Mesih’ tanıdıkları Sabatay Sevi’nin koyduğu kaidelere tâbi olarak 300 küsur senedir, küçük fakat kuvvetli bir zümre halinde ve müslüman görünüşü altında hayatlarını devam ettirmişlerdir. Eski Sabatayist ailelerin fertleri dışında herhangi bir kimsenin bunların arasına girerek ‘dönme’ olmasına imkân yoktur.” (M. Ertuğrul Düzdağ, Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler, İz Yay., İstanbul, 2017, s. 126)
Ayın Kelimesi: Tıb
Dilimize Arapçadan girmiş olan tıb kelimesi, günlük hayatta çok kullanılır. Ancak bu kelimeden türemiş çok fazla kelime yoktur. Sayıca az da olsa, bu kelimeleri ve kullanılışlarını yeniden hatırlayalım.
- Tıb: Hastalıkları iyileştirme, sebep ve sonuçlarını araştırma ilmi, bu husustaki teknik ve ilmî çalışmalar, hekimlik, tabiplik ilmi.
- Tıbbî: Tıpla ilgili.
- Tıbbiye: Üniversitenin hekim yetiştiren fakültesi.
- Tabâbet: Tıp ilmi. Doktorluk.
- Tabîb: Hekim, doktor.
- Tabîbân: Tabipler, doktorlar.
- Etıbbâ: Tabipler, doktorlar.
- Mütetabbib: 1. Kendine hekim süsü veren, doktorluk taslayan kimse. 2. Düzenli bir tıp öğrenimi görmediği halde pratik bilgilerle doktorluk yapan kimse, diplomasız hekim.
Bir Tavsiye
Yazılarda üslup sahibi olmak için edebî eserleri çokça okumak gerekir. Böylece onlardaki dil ve anlatım güzelliği okuyana sirayet eder. Ayrıca kelime hazinesi genişler. Kelime hazinesi deyip geçmemek lazım, her kelime bir manadır. Diğer taraftan edebî kitaplar, yazılar sadece güzel yazabilmek, üslup sahibi olmak için okunmaz. Güzel düşünmek ve güzel konuşmak için de okunur. Bu durum güzel koku dükkânı ile kalaycı dükkânı meseline benzer. Manası güzel, söylenişi güzel sözlerle hemdem olanın dili güzelleşir. Ya da zıddı vâki olur. Öyleyse gönlü güzel sözü güzel eserleri bir de bu niyetle ailecek okumaya ne dersiniz?
Bir Beyit Bir İzah
“Sen yüzü gül ayağında ben yüzü hâk isterem
Yüz urup andan gözüme kuhl için hâk isterem.”
Beşiktaşlı Yahya Efendi hazretlerine ait bu beyitte kısaca şöyle deniyor: “Ben toprak yüzlü, sen gül yüzlünün ayağına yüzümü sürüp, onun toprağını gözüme sürme etmek isterim.”
Tasavvufî şiirlerde çok sık işlenen temalardan biri, sevgilinin kapısında köle olmak, bütün varlığını ona adamak isteğidir. Söz döner dolaşır ve şiirin imkânları çerçevesinde bu manalar tekrarlanır. Bu sözlerden maksat muhabbet, teslimiyet ve istikamettir.
Bu beyitte de mürşid-i kâmil “gül yüzlü” olarak vasfedilmiş. Aslında burada mecaz-ı mürsel vardır. Yüzü gül olanın kendisi de güldür. Öyleyse bu gülün ayağı dibinde, toprağında olmak saadettir. Şairin ise yüzü topraktır. Bu ifadede iki kasıt vardır. Biri uzun yoldan gelmiş, yüzü toz toprak içinde onun kapısına varmıştır. İkincisi ise pişmanlık âh u vâhından yüzüne başına toprak saçmıştır.
İkinci mısrada ise sevgilinin toprağını sürme olarak kullanmak istediği dile gelir. “Kuhl” sürme demektir. Eskiden göz doktorlarına “kehhâl” derler, göz ilaçları da genellikle sürme ve sürmeden yapılan terkipler olurdu. Sünnet-i Seniyye’de olduğu üzere sürme gözün nurunu artırır, ağrıları dindirir. Ayrıca gözü kamaşmaktan korur, yoğun ışıkta düzgün görmeyi sağlar. Burada Beşiktaşlı Yahya Efendi hazretleri, gözlerime senin ayağının toprağını sürme olarak süreyim de doğru yolu göreyim, dünyanın fani ama parlak ışığı gözlerimi kamaştırmasın, demek istiyor.
Bir Söz
“İbadet, Allah’ın hazinesinden gelmiş bir mücevherdir. O hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri ise helal lokmadır.”
Yahya b. Muaz kuddise sırruhû