İnsan Halleri
Eski müslüman tabiplerden Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyya (d. 250/864 v. 313/925), Tabiplerin Ahlâkı adlı risalesinde tabiplerin hastanın durumunu bilmesi kadar, hastaların da kendi durumlarına vâkıf olmalarının ehemmiyetini şöyle anlatır:
“Sıhhati veya gerektiğinde tedavisi için tabibe başvurmayan, sıhhatli vakitlerinde beslenme, kan aldırma yahut ilaç içmede bir tabibe danışmadan hareket eden kimse, bir hastalığa yakalandığında veya başına bir afet geldiğinde tabibe sığınsa da hemen bir faidesi olmayabilir. Hakîm Hipokrat, ‘Ömür kısa, tıp sanatı geniş, vakit ise dardır.’ demiştir. Vakit dardır, çünkü kullanılan ilaçlar da insan ömrü gibi akıp gitmekte, değişmektedir. Bunun doğruluğunu ilginç bir hatıra ile tecrübe ettim. Beni sık sık ziyaret eden bir dostum vardı. Bazı zamanlar balgamlı kuşpalazı (difteri) nöbetleri geçirirdi. Bir gün yanıma geldi. Yüzü sarhoşların yüzü gibi şişmiş, kıpkırmızı olmuş, damarları ortaya çıkmıştı. Halini sordum, dedi ki ‘Bir attar dükkanında oturmuş, attarla konuşuyordum. Attar da havanda misk kabından bir şey çıkarıp koku havanında dövüyordu. O sırada aklı yerinde olmayan bir adam gelip havandan bir parça alıp burnuma üfürdü. Durumumu görüyorsun.’
Yanımda bir süre kaldıktan sonra kalkıp gitti. Yolda nöbet tutmuş, bayılmış. Bir arkadaşı onu evine götürmüş. Hastanın haline vâkıf olmayan yabancı bir tabibi çağırmış. Tabip de onu kuşpalazı nöbeti geçiriyor zannetmiş. Derken beni de çağırdılar. Tabibin yanına girdiğimde pazuları sıvamış, damarından kan almaya hazırlanıyordu. Onu hemen durdurdum. İlaçlarını bildiğim için onu ben tedavi ettim ve iyileşti.
Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyya, bundan on bir asır evvel yaşamış. Onun asrında müslüman olmayan beldelerde hastalıklara kötü ruhların yahut şeytanların sebep olduğuna inanılıyordu. O ise, risalesinde hastalık öncesi tedbirlerden, sıhhatin kıymetinin bilinmesinden ve doğru ilaçların tabip kontrolünde kullanılmasından bahsediyor. Asırlar değişse de hakikat değişmiyor: Sıhhatin kıymetini, tedbir almak ve gerekiyorsa tabibe başvurmak...”
Bir Söz
“Kişiye hasta olmasından ötürü sevap yazılmaz. Zira sevap ancak yapılan ameller mukabilindedir. Fakat hastalık kişinin günahlarına kefaret olur.”
Abdullah ibn Mes’ud radıllahu anh
Lügatçe
Ayın Kelimesi: Akıl
“Akıl” kelimesi Arapça kökenlidir ve asıl manası “men etmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak”tır. Arapların başlarında taşıdıkları halka şeklindeki ipin adı “ıkal”dır. O da aynı kökten gelir. Develer çöktüğü zaman, iki kat halinde başına koyduğu ıkal’ı alıp devenin dizlerine geçirir ve böylece deve ayağa kalkamaz, bağlı kalır.
Akıl kelimesinin ilk manası olan bağlamak ile günümüzde kullandığımız anlamı arasında irtibat vardır. Çünkü akıl, bir sebebe bağlayarak kişiyi yönlendirir. Tecrübeler, bilgiler onun başvuru kaynağıdır. Akıl kelimesi ve bu kelimeden türeyen kelimeler bütün müslüman toplumların dillerine girmiştir. Bizim dilimizde de halen yaşayan hayli kelime vardır; bir kısmını sıralayalım:
Akıl: 1. Düşünme, anlama, kavrama ve davranışlarını ayarlama melekesi, us. 2. Hafıza, hatır. 3. Düşünce, fikir. Âkil: Akıllı kimse. Âkilâne: Akıllı bir kimseye yakışır surette, akıllıca. Akılcı: Akla dayanan, meseleleri sadece akla dayanarak çözen kimse. Akıldâne: Bilgiçlik taslayan, her şeyi bilir gibi görünen kimse. Akıllandırmak: Aklını başına getirmek, ders alıp yola gelmesine sebep olmak, uslandırmak. Akılsız: Aklı yetersiz olan, doğruyu görüp gerektiği şekilde davranamayan. Mâkul: 1. Akla uygun, akla yatkın gelen, mantıkî. 2. Akıllıca davranan, akıllı, mantıklı. 3. Aşırı olmayan, elverişli, uygun. Mâkûlât: Akılla bilinebilir, akılla ispatlanabilir şeyler.
Deyimlerimizi ve tabirlerimizi de unutmayalım: Akıl almak, akıl almamak, akıl defteri, akıl delisi, akıl dişi, akıl eksikliği, akıl erdirememek, akıl sır ermemek, akıl etmek, akıl fukarası, akıl öğretmek, akıl satmak, aklı takılmak, aklı yatmak, aklına düşmek, aklına esmek, aklına girmek, aklını aldırmak, aklını başına almak, aklını bozmak, aklını çelmek, aklını kaçırmak, aklını toplamak, aklını yağmaya vermek, aklınla bin yaşa, vs…
Bir Beyit Bir İzah
Şair Muhibbî’ye, yani Kanunî Sultan Süleyman merhuma ait olan bu beyitten hemen herkes haberdardır. Eski şairlerimiz, şiirde birkaç katmanlı anlatımı tercih ederlerdi. Bunu özellikle kelimelerin çok anlamlılığından istifade ederek yaparlardı. Bu beyitte de “devlet” kelimesi öncelikle günümüzdeki anlamını hatırlatacak şekilde kullanılmış. Böylece halk için devlet sahibi olmanın ehemmiyetine, lüzumuna değinilmiş. Oysa şairin maksadı da budur. Diyor ki “halk içinde huzur gibi, saadet gibi muteber bir şey yoktur.” Sonra da asıl söyleyeceğini söyleyiveriyor. “Cihanda da bir nefes sıhhat kadar huzur vesilesi başka bir şey yoktur.”
Bir Tavsiye
Şeyh Sadî Şirazî hazretleri, Gülistan ve Bostan adlı eserlerinde hayata dair tecrübelerini hikmetli hikâyelerle anlatır. Eskiden âlimler, ârifler bu eseri ellerinden düşürmez, tekrar tekrar okurlarmış. Şayet okuduysak yeniden, hiç okumadıysak da ilk fırsatta okuyalım.
Bir Nefes Sıhhat
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”