Aramak

TAVAN ARASI

İki Âşık: Yer ve Gök

Yunus Emre hazretlerinin “Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut / Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın?” diye bir beyti var. Öteden beri hasretin içli bir ifadesi bilinir, okunur. Öyledir de... Çünkü anlamı açık. Fakat sûfî şairler böyle sade söyleyişlerin derununa nice hikmetli manalar da saklamışlardır. Bu manaları yine bir irfan ehli açıklayınca, saklı hikmetler ortaya dökülüverir.

Yunus Emre hazretleri ile aynı zamanda yaşamış ve ondan birkaç yıl sonra vefat etmiş olan Âşık Paşa hazretleri, Garipnâme adlı eserini Allah dostlarının maksadını, sözlerini izah etmek için yazmış, özellikle de Yunus Emre hazretlerinin divanındaki saklı hikmetleri bir bir açıklamıştır. Zaten eserin başında “günümüz halkı irfan bahçelerinden nasıl gül derileceğini bilmediği için bir miktar söz söyledik, bu eseri yazdık” mealinde ifadelerle maksadını açık etmiştir.

Yukarıda andığımız beytin izahı da aşk bahsinin geçtiği bölümdür. Evvela aşkın ve âşığın sekiz hikmetini anlatan Âşık Paşa hazretleri, daha sonraki bahiste sekiz âşık ve maşuğu misal verir, nasıl bir âşık olmamız gerektiğini anlatır. Buradaki aşk elbette ilahî aşktır ve Cenab-ı Mevlâ’nın yaratış hikmetinin sırlarını açıklamaktadır. Şimdi Âşık Paşa’dan beytin hikmetlerini öğrenelim:

“Önce yer ile gök arasına sevgi düştü. Şimdi sen Allah’ın takdirini işit, gör! Allah yer ile göğü birbirine hasret kıldı ve bütün günleri kavuşmak hasretiyle geçti. Yer, göğe karşı daima bekleme halindedir; gök de kavuşmak için kararsız şekilde gece gündüz dönmektedir. Yer, gök inip gelsin diye sabreder, fakat inemez; gök de ulaşayım diye çabalar, lâkin erişemez. Gökyüzü yere inip kavuşamadığı için neler yapar bir bak: Öfkelenip köpürür, ağlayıp feryatlar koparır. Sonra derdini sevgilisine anlatmak için yer üstüne hasret yaşları döker. Gök, sevgilisi için gözlerinden yaş dökünce, bunun tesiriyle kupkuru yer ıslanır ve sevgilim beni andı diyerek sevinir. Onun da karşılık olarak neler yaptığını bir gör. Hevesle coşup oynar, nihayet dost beni andı diye yemyeşil kesilir. Her türlü kıymetli şeylerini dışarı çıkarır; böylece sevgilisine karşı hasret ve düşkünlüğünü arz edip belirtir. Hatta bu sebeple bütün elbiselerini giyinip yönünü gökyüzüne çevirir. Türlü türlü renklerle süslenir, sonra da sevdiğine karşı doğrulup yukarı kalkmaya çalışır. Ulaşıp dosta kavuşmak ve yüzünü görmek için bitkileri merdiven yapar. Fakat sevdiğinin yeri çok yükseklerde olduğu için ulaşamaz. Artık onun bundan sonraki haline bak! Bu başarısızlığından şaşkına dönüp bükülerek yeniden toprak olup köşesine çekilir. Yer ile gök aşk ile yanmakta iken, zamanlar da hasretle birbirini kovalar. Yer göğü sevdiği için gökyüzü gibi gök kesilip yeşerir. O zaman sevgilinin rengine boyanır, bu sebeple yılda bir kere yeryüzü yeşerip gömgök olur. Bu naz, bu işveler âşık ile sevgilisi arasında geçer. Bu Allah’ın hikmeti ve gizli bir sırrıdır. İşte bu sevginin aksi her an göze vurur; âşık ol da o yüze sen de bak!” Âşık Paşa, Garipnâme, Haz. Kemal Yavuz, TDK Yayınları, İstanbul, 2000, C. II/I, s. 137, 139

Ayın Kelimesi: Kurban

Dilimizde “kurbet, kurban, akraba” gibi kelimeler Arapça “kurb” kökünden türemiştir. Manası “yakın ve yakınlaşmak” olan bu kelimenin bizde kullanılan şekilleri de bu anlamın çeşitli hallerini karşılar. Bizim çokça kullandığımız şekilleri ve manaları da şöyledir:

  • Kurb: 1. Yakınlık. 2. Yakın. 3. Allah’a yakınlık, Allah’a yakın olma.
  • Kurbet: 1. Hısımlık, akrabalık. 2. Yakınlık, Allah’a yakınlık.
  • Kurbiyet: Yakın olma durumu, yakınlık.
  • Karîb: 1. Zaman ve yer bakımından yakın. 2. Soy veya aralarındaki ilişki bakımından yakın.
  • Kurban: 1. Allah yolunda kesilen koyun, dana, deve vb. hayvan. 2. Kurban bayramı. 3. Bir amaç uğruna kendini fedâ eden veya fedâ edilen kimse. 4. Bir âfet veya kazâda ölen kimse.
  • Akreb: Çok yakın, en yakın.
  • Akraba: 1. Aralarında kan bağı bulunan kimseler. 2. Evlilik yoluyla aralarında bir ilişki, bir yakınlık doğan kimseler, hısımlar, hısım. 3. Aralarındaki benzerlik dolayısıyla aynı gruptan sayılan şeyler.
  • Tekârüb: Birbirine yakın olma durumu, birbirine yaklaşma, yakın gelme.
  • Garbî: Garba ait olan, garpla ilgili, batı tarafında bulunan. Karşıtı: Şarkî.
  • Gurbetlik: Halk ağzında; gurbet, ayrılık
  • Gurbetçi: Çalışmak için gurbete çıkmış olan kimse ve özellikle Avrupa ve Almanya’da çalışan işçi.
  • Gurbetzede: Yurdundan ayrı olan, memleket hasreti çeken, gurbete düşmüş kimse.
  • Gureba: 1. Garipler, kimsesizler, memleketinden uzakta olan yoksul kimseler. 2. Osmanlı ordusunda kapıkulu süvarisini teşkil eden altı bölükten ikisi.
  • Gurup: 1. (Gök cisimleri için) Batı yönünde ufuk çizgisinin altına geçerek görünmez olma, batma. 2. Güneşin batması, gün batımı. 3. Mecazen yavaş yavaş son bulma, kaybolup yok olma.
  • Mağrip: 1. Güneşin battığı yön, batı, garp. Karşıtı: Maşrık. 2. Batıda bulunan memleketler, batı ülkeleri. 3. Güneşin battığı zaman, gurup vakti, akşam: “Salâtü’l-mağrib: Akşam namazı.”

Bir Söz

“Şu vefasız dünyanın nuru yoktur. Durmadan matem tutturur, huzur vermez. Sana gümüş sunsa bir anda elinde taşa döner; durmadan mazeretler bulup işleri aksatır.” Feridüddin Attar kuddise sırruh

Bir Beyit Bir İzah

“Gerçi yağmur gibi yağdırdı gâmın başıma taş
Hak bilir geçmedi dem, ben ana şâkir değilem.”

Bu beyit, velî padişah olarak maruf olan Sultan İkinci Bayezid’e aittir. Sultan, beyitte Allah aşkı ve rızası için başa gelen sıkıntılara her dem şükrettiğini ifade etmektedir. Manası böyledir ama ifade ediş şekline bakıp şaşabiliriz. Çünkü evvela gam sebebiyle başına adeta yağmur gibi taş yağmasından bahseder. Gam, klasik şiirimizde Allah aşkı yolunda çekilen sıkıntılardır. Aynı zamanda dünya hayatındaki imtihanlar, zorluklardır. Çünkü insanoğlu hayır ve şer arasında imtihan olunmak üzere gelmiştir. Sultan Bayezid de, “Ya Rabbi ben senin rızan ile gamlanıp dertlendikçe nice sıkıntılara düçar oldum, yağmur gibi başıma taş yağdı” diyor. Bunu söyledikten sonra da tam bir teslimiyet ile “Bir an bile geçmedi ki bu halime şükretmemiş olayım” diyor. Ne garip! İlk mısrada yağmur gibi taş yağdığından, belaya düçar olduğundan bahsederken, ikinci mısrada buna şükrettiğini söylüyor. Oysa biz nimete şükredildiğini biliriz. İşte Sultan Bayezid merhum da bunu ifade ediyor. Allah yolunda çekilen sıkıntılar, dertler birer nimettir; şükredilmesi gerekir. Allah muhafaza, dünyalık peşindeyken başa gelseydi bunca dert ve sıkıntı, halimiz nice olurdu?

Bir Tavsiye

Hastalanmadan sıhhatin kıymetini bilmek gerekir. Buna “hıfzıssıhha” yani “sıhhatin korunması” denir. Beden sıhhati kadar manevi sıhhat de önemlidir. Hatta daha önemlidir. Bedeni abur cubur yemekten, zehirli etkilerden koruduğumuz gibi, kalbi de korumak gerekir. Kalbe zarar veren şeylerin başında ehl-i küfrün sözü, inkârcıların saçtığı şüphe tohumları gelir. Bunlardan korunmak için de iman ehlinin sözüne itibar etmeli, inkârcılar yerine onları dinlemeli, gönlü onunla süslemeli.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy