Aramak

Tavan Arası

Tavan Arası

İnsan Halleri

Kurtuba’ya Tedaviye Gelen İspanyol Kral

İslâm medeniyetinin bir yıldız gibi parladığı asırlara dair öğreneceğimiz çok şey var. Hem ibret almak hem de eksik taraflarımızı tamamlamak için okumalı, araştırmalıyız. Üç kıtada hakimiyet kuran müslümanlar devlet sistemiyle, ekonomisiyle, hayat tarzı ve ilmiyle gayr-i müslimlerin hayranlığını celbediyordu. Bu tarihî hakikate dair sayısız örnek arasında, Avrupalı idareci ve zenginlerin tedavi için müslümanların kapısını çalması da vardır. Ziya Paşa’nın kısmen Louis Viardot’tan tercüme ettiği, kısmen de kendi telifi olan Endülüs Tarihi’nde böyle bir hadise anlatılır. Gelin beraber okuyalım:

“Leon’dan firar eden Kral Sanşo, çok şişman olması sebebiyle tedaviye gerek duyuyordu. O asırda dünyanın en bilgili tabiplerinin müslümanlar olması nedeniyle hıristiyan tabiplerine güven duyulmuyordu. Bu durum karşısında asrın mümtaz tabibi Ebü’l-Kasım’a müracaat mecbur oldu. Kralın tedavi edilmek üzere Kurtuba’ya gelmesi hususu Melik Abdurrahman’a bildirildi. Melik, gelişinden memnuniyet duyulan bu kişinin izin isteğini ve isteklerinin yerine getirilmesini kabul etti. Saygıyla karşılanan bu zâtın güvenliği için memurlar ve yeterli miktarda asker görevlendirildi. Kendisine saraydan bir daire tahsis edilerek misafirliği müddetince saygıyla tedavisine gayret gösterildi. Hastalığından tamamen şifa bulan bu kişi, can düşmanı kabul ettiği müslümanlardan gördüğü güzel muamele, insanlık, misafirperverlik ve merhamet karşısında hayrete düştü. Kaybettiği krallık tahtına da müslümanların yardımıyla sahip olduğunda şu beyiti söylemiştir:

Saçımın her teli şükran duygusuna gebedir Fakat dil gereken övgüyü hakkıyla yapamıyor.

Bu mısralardan da anlaşılacağı üzere şükranını dile getirmekten, müslümanlara olan sevgi ve hürmetini her an açıklamaktan uzak durmadı.”

İnsan Bu Şehir

Nâgehân ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm
Ben dahî bile yapıldım tâş u toprak arasında.

Ansızın bir şehre geldim, o şehri yapılıyor halde gördüm
Ben de o şehirle birlikte yapıldım, taş toprak arasında.

Bir Beyit Bir İzah

Hacı Bayram-ı Velî kuddise sırruhûya ait bu beyit, adeta insanoğlunun dünya macerasını özetliyor. Allah dostları, maksatlarını anlatabilmek için misaller ve semboller kullanırlar. Aynı üslubu hadis-i şeriflerde ve ayet-i kerimelerde de görürüz. Bu tercihin sebebi, meramın herkesçe anlaşılmasını sağlamaktır. Hacı Bayram-ı Velî kuddise sırruhû da dünya hayatını bir şehre benzetiyor. İnsanoğlu ansızın kendisini dünyada bulur. Sanki bilmediği bir şehre gelmiş gibi. Şehir ise nihaî şekline ulaşmamıştır, bir hedefe ve düzene göre yapımı devam etmektedir. Kişi bu oluş ve düzen içinde kendi yerini, vazifesini fark eder, işe koyulur. Bir taraftan vazifesini yapmaktadır ama bir taraftan da o bütün içinde kendisi de değişmekte, adeta o şehir gibi inşa olmakta, sürekli bir halden başka hale intikal etmektedir. Zaten insanın kendisi de bir şehir hatta âlemin özeti değil midir?

Büyük velînin bu beyti bize yaşadığımız oluş ve inşanın, kemalât yolculuğunun yalın, müstakil bir süreç olmadığını hatırlatıyor. “Olmak” istiyorsak bir “oluş”a dâhil olmamızı, ancak o bütün içinde vazifemizi yaparak merhale kat edebileceğimizi söylüyor. Şu halde Hak ve hayır yolunda yapılan işler, hizmetler her ne kadar başkası için yapılıyor görünse de aslında kendi oluşumuza, olgunlaşmamıza hizmettir.

Ayın Kelimesi: Cemaat

Dilimizde “cemaat, cami, cemiyet, cuma” gibi birçok kelime, Arapça cem’ kökünden gelir. Cem’, toplanmaktır. Cemaat, lügatte “bir yere toplanmış insan kalabalığı”dır. Dinî ıstılahta ise “bir imama uyup namaz kılan müslümanların bütünü”, ayrıca “aynı dinden veya aynı soydan olanların meydana getirdiği topluluk” ve “aynı işi yapanların veya ortak bir tarafı olanların meydana getirdiği topluluk, fırka, tâife” gibi manaları da ihtiva eder. Dilimizde aynı kökten türemiş birçok kelime vardır. Bunların başlıcaları şunlardır:

Lügatçe

Cem’: 1. Toplama, toplanma, bir araya gelme, getirilme. 2. Topluluk, cemiyet, meclis. 3. Dilbilgisinde çoğul (cemi şeklinde.) 4. Matematikte dört işlemin birincisi olan toplama işlemi. 5. Eski edebiyatta çeşitli sözlerin ifade ettiği başka başka anlamları bir hüküm altında toplama sanatı. 6. Tasavvufta “yaratılmışları görmeyip bütün varlıkları Allah Tealâ’nın sıfatlarının zuhuru bilerek varlıklarının izâfî olduğunu idrak etme” mertebesi.

Cemiyet: 1. Topluluk, kalabalık. 2. Sosyolojide içinde yaşanılan insan topluluğu, toplum, çevre, sosyete. 3. Aynı amaçla bir araya gelen insanların meydana getirdiği topluluk, dernek. 4. Toplu ve düzenli olma, perişan ve dağınık olmama, derli topluluk. 5. Eğlence toplantısı, düğün. 6. Eski edebiyatta birbiriyle ilgili ve uygun kelimelerin veya karşıt anlamlı sözlerin bir arada kullanılması. 7. Tasavvufta “insanın zihnen ve ruhen yalnız Allah Tealâ ile meşgul olması” durumu.

Cemiyetçi: Cemiyet işlerinde çok faal kimse, cemiyet adamı, dernekçi.

Cemiyetli: 1. Birçok anlam içeren, ihâtalı, eksiksiz. 2. Derli toplu, düzenli ve hareketli.

Câmi: 1. Toplayan, toplayıcı, bir araya getiren, cem eden. 2. Kendisinde bulunduran, içine alan, ihtiva eden, ihâta eden. 3. Müslümanların, içinde vakit namazlarıyla cuma ve bayram namazlarını kıldıkları ve ibadet ettikleri mihraplı, minberli, genellikle minareli bina, büyük mescit.

Câmia: Ortak yönleri veya işleri bulunan kimselerin meydana getirdiği insan topluluğu, zümre.

Câmiiyet: Toplayıcı ve birleştirici olma, toplayıcılık.

İçtimâ/ictimâ: 1. Bir araya gelme, toplanma. 2. Toplantı. 3. Birikme, yığılma.

İçtimâî/ictimâî: Toplulukla, cemiyetle ilgili, sosyal.

Mecmû: 1. Bir araya getirilmiş, toplanmış, cemedilmiş. 2. Bütün, hep, cümle. 3. Bir araya getirilmiş, toplanmış varlık ve nesnelerin tamamı, hepsi, cümlesi.

Mecmûa: 1. Fikir, edebiyat, sanat, aktüalite gibi çeşitli konulara yer veren ve belirli aralıklarla neşredilen yayın, dergi. 2. İçinde şiirler, seçilmiş söz ve yazılar bulunan el yazması kitap. 3. Düzenli bir şekilde toplanıp biriktirilmiş, bir araya getirilmiş şeylerin tamamı, koleksiyon.

Bir Söz

“Din kardeşine açıktan, herkesin görebileceği yerde nasihat eden, adeta onu ayıplamış ve kınamış olur. Gizli bir yerde nasihat eden ise adeta onu incilerle süslemiş olur.”

Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh

Bir Tavsiye

Okuyup yazanlara “Ne okuyayım?” sorusu sıkça sorulur. Aslında mesele basittir. Bilgiyi yahut kitabı parça-bütün ilişkisi içinde değerlendirmek gerekir. Yani akâid okuyup ilmihal ve ahlâkı, hatta siyer ve hadis okumamak eksik kalmaktır. Yine bir diğer misal, tarihin bir kısmını bilip diğer parçalarına yabancı kalmak, tarihten bir bütün olarak istifade edememek demektir. Bu sebeple okumalarımızı bütüncül bir çerçevede değerlendirmeliyiz. Böylece eksik olan yönlerimizi tamamlayabiliriz.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy