Çeyrek Altın İmtihanı
Biriktirmek denince bizim milletin aklına iki şey gelir:
- Kötü gün dostu,
- Çeyrek altın.
Her ikisinin de biriktirilmeye karar verilmesi orta yaşlara tekabül eder. Her ikisi de gençlikte umarsızca harcanır ama kıymetleri sonradan anlaşılır. Her ikisi de zor zamanlar için saklanır. Fakat aralarındaki tek fark odur ki, ilki asla harcanmaz.
Çeyrek altınsa harcanmak için biriktirilir. Canım yurdumun hemen her yerinde evlatlarının eli ekmek tutan anneler, ekmeği tutan o eli ilk daha maaşında çeyrek altın kelepçesi ile bağlamak ister.
– Aman yavrum har vurup harman savurma, her maaşında bir çeyrek al at kenara, düğününü yaparsın... Ben sana yeme içme demiyorum, elbette harcayacaksın, ama kıyıda kenarda beş on çeyreğin bulunsun annem... Sen şimdi durup durup bozdurursun onları, git bilezik yaptır getir, ben senin için saklarım yavrum...
Cümleler değişir ama işin felsefesi hiç değişmez. Evlatlar yuvadan uçuncaya dek kenara altın koymalıdır ve yazılı olmayan bu kural asla değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez!
Beylerin çoğu, hanımların altın günü yapma sebebinin bir araya gelip kısır yerken sohbet etmek olduğunu zannederler, ama bu bir yanılgıdır. Asıl hedef, her ay düzenli olarak biriktirememe kaygısı sebebiyle birikimleri garantiye almaktır. Yatırım hedefli güne giren hanımlar kendilerine en son ayın toplantısını rica ederken, oğlunu nişanlayacak yahut araba alacak olanlar ilk ayları tercih ederler. Ve bu döngü, yeni bir altın günü grubuna dahil oluncaya dek devam eder.
Komşu günü... Akraba günü... Eltimgillerin sitedeki gün... Kanatlı hayvan sevenler gurubu günü... İsmi ne olursa olsun, Türk kadınında bunlardan birine dâhil olacak potansiyel her daim mevcuttur!
Yeri gelmişken (beylerin bilmediği bir hakikati daha paylaşarak hangi amaca hizmet ediyorum ben de bilmiyorum ama) bir sır daha vereceğim. Hani bazen hanımlarınız, “Falancaya altın borçlandık bey, önümüzdeki ay vereceğiz bilgin olsun” falan diyorlar ya? Hah işte onu diyen ablaların yüzde yarısından çoğu aslında kendi altınlarını istiyorlardır ve sizin ruhunuz bile duymuyordur. Bir tür hipnozdur bu! Kıyıya kenara attıkları üç beş lirayı biriktirip altın almışlardır ve size söylememişlerdir, çünkü söylerlerse sizin olmadık bir yere harcamanızdan endişe ediyorlardır. Siz o ay halanıza borcunuzu ödediğinizi zannederken, aslında hanımınızın nereye saklayacağını tahmin bile edemeyeceğiniz çıkınına ödeme yapıyorsunuzdur. Bazı ablalar sözü geçen halaları da konudan haberdar edip olası sorularınız için önden tedbir alırlar ki, işte o ablalar bordo berelidir!
Peki ben bunları nereden biliyorum dersiniz? Evet, bildiniz! Ne yapalım yahu, ailemizin ekonomisine küçük ilm-i siyasetlerle destek olmayalım mı? Biraz darboğaza girdiğinizde, “Buyur bey, al bunu. Falanca ablamdan istedim, çıkardı verdi sağolsun. Ama ödemek için aceleye gerek yokmuş, rahat ol.” dediğimizde iyi oluyo ama değil mi!
Çeyrek altın ile olan ilişkimizin kökleri nereye dayanıyor bilmiyorum ama çok eski olsa gerek. DNA dizilimimizde mi vardır nedir, biz bir işe başlayacağımız zaman alacağımız maaşı bile kaç çeyrek eder hesabıyla değerlendiririz. Akraba ve ahbaplarımızla olan samimiyet derecemizi düğünlerine götürdüğümüz gramajla sembolize ederiz. Gerçi şu sıralar kendisi ile olan ilişkimiz eski tadını yitirmek üzere, havada bir veda kokusu var. Gitgide erişilmez bir tahta oturmakta ama hayırlısı... Geçer gider bir gün nasıl olsa, sevenler elbet kavuşur...
– Alo... buyur Halime... daha iyiyim bacım şükürler olsun, ilk duyduğum anki gibi değilim tabi. İçtim içtim, içirmiş çocuklar daha doğrusu gözlerim kayınca, ben hatırlamıyorum... öyle tabi... Rabbime şükür toparlandım da işte daha enişten gelmedi eve... yaaa... bi de o duyacak daha... bakalım onu nasıl toparlayacaz... oldu canım... aleykümselâm, söylerim... sağol aradığın için... Oğluuum, bakıyo musun balkondan, görünmedi mi baban daha?
– Bakıyom anne, yok daha.
– Bak sokağa girince haber ver tamam mı? Kızım sen de kaldır şunu artık, önden biz bi hazırlayalım babanı da öyle gösterelim.
– Anneeaaa! Göründü babam!
– Hiii Bismillah... geliyo... çocuklar bi şey belli etmek yok tamam mı? Ben konuşmadan ağzını açan olursa terliği yer, ona göre! Yavrum bi bardak su koy sehpaya. Ay, geldi! Tamam herkes sakin... aç kızım kapıyı.
– Selâmün aleyküm.
– Aleykümselaaaam... Kimler gelmiş kimler gelmiş! Aman da bizim babamız işten mi gelmiş... Bizim için çalışmış da yorulmuş muuu... Getirin çocuklar babanızın terliğini...
– Hayırdır inşaallah... Kötü bi şey mi var?
– Aaaa! E, aşkolsun ama! Sanki ilk kez böyle karşılıyoruz seni. Hadi git ellerini yıka, sofra hazır. Mantı açtım sana ellerimle, aşure de var...
– Doktor mu aradı, üç aylık ömrüm mü kalmış yoksa? Hanım, bak doğruyu söyle!
– Ama güceniyorum bak artık! Gören de hiç mantı açmıyorum zannedecek. Gel buyur şöyle baş köşeye... Yemekten önce soğuk bi şeyler getiriim mi? Şöyle buz gibi bi ayran?
– Hanım hakikaten endişeleniyorum bak artık, söylesene nooldu! Aboooo... Oğlan arabayı vurdu de mi? Vay eşek sıpası! Kaç kere dedim yalnız başına çıkma trafiğe diye sana!
– Baba, ben bi şey yapmadım yaa?
– E, nooldu o zaman? Yoksa?.. Kızı istemeye geliyolar?! Gelmesinler! Benim kızım daha küçük, vermem kimselere! Söyle her kimse gelmesin, bu kız 25’ine basmadan görücü mörücü giremez bu eve!
– Yok bey görücü falan... Yani, aslında var da, yeni değil... Çoktan görmüş o görücüler kızı, hatta nişan bile yapmışlar, sıra düğüne gelmiş.
– Bana bak Semiha soldan soldan geliyolar haberin olsun! Kaç kere söyledim böyle şaka sevmiyorum diye!
– Yahu bi dur, bi sakin... Senin küçük kızını alıp götürmüyolar, Şaziye Abla’nın küçük kızını alıp götürüyolar...
– Ne?!.. Nasıl?.. Baştan söylesene şunu hanım... E, bize ne bundan! Durduk yere insanın kan basıncını arttırıyosunuz yaa...
– Şey... Sen en iyisi getir kızım o kağıdı, eninde sonunda görecek.
– Ne kağıdı!?
– Bizim büyük oğlanın düğününe getirilen takıların listesi.. Şaziye Ablagil şey takmışlar da...
– Ney! Ney takmışlar? Bana bak, sakın çeyrek deme! Daha dün akşam önümüzdeki ayın maaşından avans aldım, çeyrek meyrek alacak halim kalmadı haberin olsun!
– Yok... Çeyrek değil...
– Haa iyi bari. Koyarız zarfa âdâbınca bi şey, ederiz hayır duamızı geliriz. Ben de bi şey sandım.
– Bi şey değil, iki şey... iki çeyrek... yani yarım. Yarım altın takmışlar...
– Yarım mı... Bu bildiğimiz yarım altın mı?! Hani şu çeyreğin bir büyüğü olan... hani şu küçük... küçücük... miniminnacıcık... sarı şirin şey mi?.. Su getir kızım. Su getir yüzüme çarpacam... Oğlum sen de arabayı çarp, hurdaya çıkarsa hurdasını satar yarım altın alırız... Yarım kalmış tatil hayallerimizin yarısını Şaziye Ablalara hediye ederiz. Kalan yarısının üç bölü dördüyle de ev alırız... Çıkan sonucu dört tam altınla çarpıp... Hanım mantıyı getir, kuyumcuya çarpacam!.. Şaziye Abla’nın küçük kızına da araba takarız. Huni getirin, kafama takacam!.. Su getirmeyin... Yarım bardak mantı... Çeyrek huni bulun bana!
Biz yine imkanımız varsa bir kenarda altın bulunduralım, zamanı gelince de bozduralım ama; üç beş gram zarar için kimselere moralimizi bozdurmayalım derim ben. Altın bu, bugün çıkar yarın iner. Ne demişler, bu da geliiir, bu da geçer... Rabbim dirliğimize zeval verdirmesin dostlar.