Aramak

TENCERE: Hastalık Bahane

Geçenlerde okuduğum bir habere göre Papua Yeni Gine’li bilim adamları bir araştırma yapmışlar. Bizim ülkemizdeki yaşlı nüfusun sohbetlerindeki ana konunun büyük oranda hastalıklar olması dikkatlerini çekmiş. Derhal kolları sıvayıp bu meselenin perde arkasını aydınlatmayı kendilerine vazife saymışlar. Aydınlatabilmişler mi peki? Hayır! Çünkü böyle bir araştırma yapılmamış ve haliyle de ben böyle bir haber okumadım. Tüm bu tuhaf cümleleri, bu konunun araştırılması gerektiğine dikkat çekmek için yazdım.

Üstteki paragraf Papua’lı bilimsel gardaşlarımı harekete geçirir mi bilmem, ama ben bu konuyu irdelemeye ve önüme gelen her fırsatta çevremdekilere anlatmaya çok önem veriyorum. Bilirsiniz, bizim memlekette orta yaş evlat nüfusu geniştir ve misafirlikte, telefonda, yolda belde sık sık hasbihal ederler. Ve bu evlat grubu birbiriyle rastlaşıp da hal hatır sorma evresinde lafı ne zaman “annen nasıl oldu?”ya getirse, cevap aşağı yukarı hep aynıdır: “İyi şükür aslında iyi olmasına da, ona sorsan hep hasta.”

Bu durumdan evlat grubu gibi torun grubu da şikâyetçidir: “Babamın bir şeyi yok aslında, durup durup tansiyonunu ölçtürüyor. Annemin ilaç torbalarını deve kervanına yüklesek almaz! Babaannem de nasılsın demeye gelmiyo haa, hemen şuram ağrıyo buram ağrıyo der. Dedemin tatil anlayışı hastaneye gidip ilaç yazdırmak di mi abla, ehihi ehihi…”

Biriniz de çıkıp demiyor ki bu tontişler neden sürekli bedeninden şikâyetçi!

Dostlar, onların derdi ağrıyan yerleri değil, bir tür “benimle biraz daha ilgilenin” çağrısı. Bakıyorlar ki kendileriyle en çok hasta olunca ilgileniyoruz, onlar da çareyi hasta psikolojisine girmekte buluyorlar ne yapsınlar!

– Aç sesini, aç acık daha...

– Babaanne duyuluyo işte yeter, zaten dün de izlemedin mi sen bu doktoru?

– Hüşt! Dünean romatizmayı annadıyodu, böğön kü başka, sus acık. Haaa, bah işte aynısını diyo ayynı!

– Ney aynısı?

– Aynı benim de böyle oluyo... Yattımmıydı şöyle böğrümden aarı yel gibi giriyo, boğazımaca sıkıştıdurıyo. Dermansız bi dert olmasa bari...

– Geçen hafta babam götürdü ya seni doktora babaanne, o zaman anlatmadın mı bu yeli sen?

– Annattım, moayene etti emme hiç bişiy bulamadı! Bişiyin yok teyzem diye aaledi beni. Zaar kötü bişiy baa dimediler. Babannan kaş göz ettilerdi de işkillendim zaati.

– Yok artık daha neler yaa, abart babaanne abart!

– Hüşt! Ne didi? Vayy... duyuyonnu? Bu tip vakalar için henüz bilinen bir tedavi yoh diyo.. Biliyodum... dermanı yok bu derdin, biliyodum ben.

– Yahu adam başka konuya geçti babaanne, senin meselesi çoktan geçmiş. İyi dinle bak, başka bişey konuşuyolar.

– Hadi ordan! Çocuk mu gandırıyon sen! Benim böğrümdeki sancıyı diyo işte! Aynı ağrı diyom, yalan mı söylüyok burda! Çektiğim aarıyı bi ben bilirim bi de Rabbim. Kimselerin gaylesinde deelim zati... Ölüp gitsem ağlayanım olmaz.. İş başa düştü. Gak Betülüm haydi, gah geyin gidiyoh!

– Nereye?!

– Benim ahretliğe... Onda bi emanetim varıdı onu alak, birine de az bi borcum varıdı onu ödeyek, dögeride de kefenlik alıp gelek guzum, gak.

– Tövbe estağfirullaaaah, yaa babaanne ağzından yel alsın yaa ne ölmesi, Rabbim uzun ömür versin. Konuşmasana şöyle şeyler yaa..

– Yook, gidiciyim ben yavrım. Doktor beni bilir gibi annadıyo bah, dermanı yoh işte bu illetin. Çıkmadan Şefika Halangilleri arayıver, aaşam alsın torunlarımı gelsin. Mümtaz Amcana da haber et, çoluk çömbelek herkeşi doplasın. Torunnarıma son bi bahıyın doya doya...

– Babaanne niye böyle yapıyosun ama üzüyosun bizi bak...

– Üzülmen guzum. Arhamdan çoh aalamayın. Şu yüssüğümü baban düğününde sana takacak, unutmasın bah. Beni babam gilin köyüne gömün gızım, bu yabanda bırakmayın e mi! Şehir yerinde kabristana gelmeyi neyi unuduyonuz siz, bi Fatiha okuyavarınım olmaz burda. Gidici olduumu duyarsa o hayırsız amcan da gelir belki. İşten güçten ayırıp da ayda bi uğrarsa anca uğruyo, o da ateş almaya gelir gibi, doyamıyom bebelere. Gak, haydi kime diyom, varak gidek aaşam oldu haydi! Gidiim de hepiniz gurtulun benden! O galabalık ediyo dediğiniz ilaç torbamı da sağlık ocaana bağışlarsınız gaylı!

Onca yıl yaşamışlar. Seneyi seneye, derdi derde eklemişler. Yaşlandıkça da hafif çocuklaşmış, daha da şirin olmuşlar. Ömürlerinin bu deminde az da olsa şımartılacak birilerini istiyor gönülleri işte, çok mu? Biz çocukken nasıl onlar bizim nazımızı çektiyse şimdi naz çekme sıra bize gelmiş. Onca kahrımıza, eziyetimize, belki istemeyerek de olsa gözlerinden akıttığımız yaşlara katlanmış, ömürlerini bize harcamışlar. Şu fani dünyadan göçüp gitmeye yüz çevirdikleri yaşlarda biz de onların gönlünü etsek ne olur ki?

Sahi ne olur, ilgi göstermemiz için hasta olmalarını beklemesek... İnanın çok şey istemiyorlar. Yalnızca geride bıraktıkları anıları, tecrübeleri, hayal kırıklıklarını, sevinçleri anlatacakları bir muhatap istiyorlar. Ama kulağıyla değil, kalbiyle dinleyecek birilerini... Öyle elinde telefon, başından savar gibi dinlemek, dinlemekten sayılmaz. Zaten onlar da bunu hissettikleri an konuyu kapatırlar emin olun. Yapacağınız tek şey sohbeti geçmiş zamanlara doğru yöneltip, can kulağıyla dinleyip, arada birkaç soru sorarak daha şevkle anlatmalarını sağlamak. İnanın bana, Rabbin rızasına niyet edip bunun için yarım saat bile ayırabilirseniz hayatınıza büyük bir güzellik katmış olacaksınız.

Onların duasını alıp gönüllerini hoş edebilmek için geç kalmamamız umuduyla...

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy