Bizim büyük bir anlama ve anlatma sorunumuz var. İnsanların önemli bir kısmının zaten anlama derdi hiç yok.
Sosyal medyaya gireli neredeyse beş yıl oldu. Her gün bir tivit atarak insanlara bildiğim, düşündüğüm, gördüğüm bir doğruyu aktarmaya çalışıyorum. Tabii bu vesileyle sosyal medyanın sadece fikir, duygu, haber değil büyük bir yalan, karalama ve cehalet alanı olduğunu da keşfetmiş oldum.
Sosyal medyada başka bir şey daha gördüm. Bizim büyük bir anlama ve anlatma sorunumuz var. İnsanların önemli bir kısmının zaten anlama derdi hiç yok. Bu yazıda bizde yaygın olarak görülen anlamama ve yanlış anlama türlerinden hareketle bir kısım sosyal medyacıları anlatmak istiyorum.
Çuvalcılar:
Sizi “şucu veya bucu” çuvalına koyarlar. Sonra işleri kolaylaşır. Beni olumlu bir çuvala koyanlar ben ne söylersem söyleyeyim beğenirler. Beni düşman çuvalına koyanlar ise ne söylersem söyleyeyim eleştirirler. Aslında bunların kastı karşıdakini anlamaktan ziyade onu mahkûm etmektir. Bu şekilde hem bir insanı anlama zahmetinden kurtulur hem de kendilerini olumlu gördükleri çuvalın içine zahmetsizce koymuş olurlar. Fikirle değil hakaretle ve sövgüyle cevap verirler. Bunların okumaya, öğrenmeye hiç ihtiyaçları yoktur. “Ben yazarı zaten tanıyorum, ne diyeceğini biliyorum. Ne söylediğini okumama gerek yok” derler.
Başımdan geçen bir olayı anlatayım. Bir gün bir özel okul müdürü aradı. Üç ayrı kitabımı okuyan üç öğretmenin müzakere yapacağını söyledi, beni de davet etti. Kalktım gittim. Bir öğretmen diğer öğretmenlere Kalbin Aklı kitabımın özetini anlattı. Ama anlattıklarıyla kitabın bir ilgisi yoktu. Arkadaş beni kafasındaki “muhafazakâr” çuvalına yerleştirmişti. Bildiği bütün muhafazakâr klişeleri ve sloganları güya ben kitapta anlatmışım gibi anlattı. Mahcup olmasın diye müdahale etmedim ama çok rahatsız oldum. Belli ki kitabı okumamış, kafasına göre uydurmuştu. Düşünün bu bir öğretmen, hem de dindar bir öğretmen!
Kapakçılar:
Kendilerini çok komik, akıllı, muzip görürler. Her sözü tiye alarak, dalga geçerek güya mizah yaptıklarını sanırlar. Aslında tek yaptıkları cehaletlerini ve zayıflıklarını örtmektir. Bunu kendileri gibi çocukça şakalaşan insanlara karşı kullanabilirler ama ciddiyetle düşüncelerini dile getiren insanlara karşı yapınca zavallı durumuna düşerler.
Tekrarcılar:
“Lâf olsun torba olsun” cinsinden paylaşımlardır. Burada amaç katkı vermek veya eleştirmek değil, kendini göstermektir. Bunu da en ucuz şekilde, sizin dediğinizi tekrarlayarak yaparlar. Bilgili olduğu izlenimini vermeye çalışırlar.
“Eğitim şart” diyenler:
Hemen her konuda bu sözü söylerler. Onlara göre sorun olan her konuda okullara bir ders konulunca o mesele biter. Oysa eğitim başka, terbiye başkadır. Birçok eğitimli insan maalesef terbiye yoksuludur. Toplumdaki terbiye, edep, saygı eksikliği sadece okullara dersler konularak giderilemez. Her şeyi okula bağlayan bu kafa maalesef aileyi, insanları, bilenleri, kişilik sahibi insanları devreden çıkarır. Hayatta kendi yapabileceği ve yapması gereken şeyleri kurum kuruluşların, devletin üstüne atar. Böylece kendi üzerindeki sorumluluktan güya kurtulmuş olur.
Politikler:
Bu büyük bir kitledir. Eğer siyasî konulara girmezseniz, politik dedikodu yapmaz, siyasetle uğraşan birilerini dilinize dolamazsanız çok rahatsız olurlar. Onlara göre dünyadaki en önemli şey partiler ve particilerdir. Hep günlük siyasetle, demagojiyle uğraşırlar. Çünkü dünyada tutunacak başka dalları yoktur. Ne bilgi ne görgü ne sanat ne de ilim irfan... Siz trafik üzerine bir tivit atsanız hemen “Adam trafikten bahsediyor da falanca siyasetçinin dünkü sözlerine hiç değinmiyor” derler. Bunlar kendilerini ancak bir sürü içinde güvende hissettikleri için kendi sürülerine dahil olmayanlara pek kızarlar. Sizin de kendileri gibi tepkisel, güdük, düşüncesiz ve goygoycu olmanızı beklerler.
Gündemciler:
Bunlar vasat okul hayatlarından kaptıkları “günün anlam ve önemi”nden bahsetme geleneğine pek önem verirler. Onlara göre resmî eğitim neyi uygun görürse o herkes için emirdir. Mesela siz eğitim sorunu üzerine bir tivit attığınızda “Sen Malazgirt Zaferi’nin yıldönümünü kutlamıyorsun. Kalkmışsın basit bir konuyu gündeme getiriyorsun!” diye kızarlar. Bunlar da boş gezenin boş kalfasıdır.
Çözümcüler:
Bunlar işin kolay yolunu bulmuşlardır. Kim hangi sorundan bahsederse bahsetsin onu ihanetle, bozgunculukla, fitneyle suçlarlar. Daha “entel” görünümlü olanları ise “Hep sorun, hep sorun, çareden bahseden yok. Sen çareden bahset arkadaş!” derler. Bunlara iki cevabım olur: Bir: Sorunu söylemek çözümü bulmanı gerektirmez. İki: Bir cümleyle çözümü söyleyecek kadar ne ârifim ne de ahmağım. Çünkü ancak irfan sahibi olanlar net bir cevap verirler. Ahmak olanlar da net bir şey söylediklerini sanırlar. Bir tivitle çare bekleyeceğine aç kitapları oku!
Yazıklanıcılar:
Bunlar hangi sorundan bahsederen bahset, işi getirip tarihe bağlarlar. Her konuda “Kadim değerlerimiz öğretilmediği için hep böyle oluyor” derler. Elbette her sorunun bir geçmişi vardır ama çözüm bugüne aittir. Sana aittir. Sorunda payın olmasa bile çözümde payın vardır. Bunlar birilerinin gelip bir anda her şeyi iyi yapmasını beklerler. Çünkü kendileri çalışmak, çabalamak, öğrenmek ve emek vermek istemezler.
Ezikler:
Bunlar, hangi sorunu dile getirirsen getir, sana olumlu örnek olarak daima Batı’yı verirler. Hele Batı ülkelerini bir eleştir, sanki namuslarına laf etmişsin gibi yerlerinden zıplarlar. Batılılardan daha fazla Batı’yı müdafaa ederler. Bildiklerinden de değil, aşağılık kompleksinden! “İslâm ülkelerine bak ne haldeler. Hepsi berbat!” derler. Bunlara şöyle derim: “Hepsi diyorsun. Sen hepsini gerçekten biliyor musun ki böyle genelliyorsun?” Ayrıca Batı’nın yakın tarihinde-ki akla ziyan kıyımları, yıkımları dikkate alınca, yakın veya uzak gelecek için Batı’yı model olarak göstermek akıl kârı değil. Birbirlerini veya dünyanın bir yerini ne zaman ateşe vereceklerini kimse bilemez. Tek fotoğraf karesine bakar gibi sadece bugünkü hallerine bakılarak hüküm verilmez.
Cahillerin en çok kullandıkları edatlar “hepsi, her zaman, asla, dünyanın her yerinde ve dünyanın hiçbir yerinde” laflarıdır. Aman dikkat!
Bunların bir çeşidi de alıntıcılardır. Sen mesela Hz. Mevlâna’dan örnek verdiğinde hemen aşağılık kompleksinden bir Batılı ismi zikrederek cevabı yapıştırırlar: “Heidegger’in de dediği gibi...”
Evet; benim gözlemlediğim yanlış anlama türleri böyle. Ama asıl mesele insanların hatalı olarak mı kasten mi yanlış anladığı. Anlamak kastıyla bakan kişi hata etse de anlama yolunda adım atmış demektir. Ama anlamamak kastıyla bakana bir şey anlatabilmek mümkün değil. Maalesef bu ikinci grup sosyal medyada en çok bağırtısı duyulan kesim. Bunlara laf anlatmak ve cevap vermek zaman ve emek israfıdır.
Yanlış anlamamak için önce niyetimizi düzeltmek gerekiyor. İnsaflı olmak gerekiyor. Bu arada “insaf” kelimesi Arapça’da “adalet, hüküm vermede ölçülü olma” demektir. “İnsaf” kelimesi, “yarı, yarım” demek olan “nısf” kelimesi ile aynı köktendir. Demek ki insaf, adaletin terazisi gibi her iki tarafı, her iki ihtimali, her iki boyutu da hesaba katması demektir. Zaten denge iki taraf olunca ortaya çıkan bir olgudur. Terazinin kefesinin birinin dibe vurup ötekinin havaya çıkması demek değildir. O halde insaf, adaletin ve ahlâkın temel ölçüsüdür. Çünkü aşırıya gitmek adaletin de, ahlâkın da iflâsına yol açar.
Sosyal medya diyerek işi hafife almayalım. Ağzımıza, kafamıza, işimize göre yazıp çizmeyelim. İlk olarak, kim olursa olsun insanların kişiliklerine saldırmayalım. Ölçülü anlayalım, ölçülü söyleyelim. Bir yerde hakaret varsa orada fikir olamaz. Fikir tartışması hakaret ile yapılmaz. Bizler Allah’ın kulları olarak doğruyu takdir eder, yanlışı tenkid ederiz. Ama takdir ediyorum derken dalkavukluğa, tenkid ediyorum derken de hakarete düşmeyiz.
İkinci olarak; yanlış bir şey gördüğümüzde önce “Ben mi yanlış anladım acaba?” diyerek tekrar okuruz, tekrar dinleriz. Eğer o kişinin gerçekten yanlış yaptığını anlarsak onu üslubunca ikaz ederiz. Rencide olmasın diye mümkün mertebe özel mesaj atarak uyarız. Bunu yaparken aynı hatalara, yanlışlara bizim de düşebileceğimizi, belki de şu anda boğazımıza kadar aynı yanlışın içinde olabileceğimizi unutmayız.
Kısacası klavyeyi tıklatırken haddimizi bilelim. Çünkü sözün de, sözü yanlış anlamanın da, sözü çarpıtmanın da her şey gibi mahşerde hesabı var.