Başlık, Rus asıllı Amerikalı yazar Isaac Asimov’dan alıntı. “Şiddet, yetersiz kimselerin son barınağıdır.” diyor Asimov. Bu söz, aslına bakılırsa içinde bulunduğumuz dönemde şiddet eylemlerinin niçin yaygınlaştığı sorusuna da cevap veriyor. Yetersiziz çünkü. Ve olaylar karşısında çözüm bulamadığımızdan şiddete başvuruyoruz. Bizi çepeçevre kuşatan ve sahip olduklarımızın daha fazlasını elde etmeyi dayatan anlayış nedeniyle, başaramadığımızda agresifleşiyoruz. Niyeyse Allah’a havale etmek, sabretmek, verilene razı olmak aklımızın ucundan bile geçmiyor. İzlediğimiz filmler, okuduğumuz haberler şiddeti öyle olağanlaştırıyor ki hunharca işlenen bir cinayeti sıradan bir vakaymış gibi görüyoruz. Sadece birbirimize de değil, bütün canlılara yönelik bir tahammülsüzlük ve sevgisizlik girdabının içerisindeyiz. Ve bu girdap an be an süratlenerek herkesi içine doğru çekiyor.
Savaşlar, krizler ve dünya hırsı
Şiddetin pek çok nedeni var. Soya çekim, hormonal dengesizlikler, “zenofobi” olarak da tanımlanan yabancı düşmanlığı, alkol ve madde bağımlılığı gibi sebepleri sıralanıyor. Bunlar meşrebine göre psikologların benimsediği sebepler. Şüphesiz kişinin şiddete yönelimi birtakım sebeplere bağlı. Ancak gözden kaçan başka unsurlar hem bireysel hem toplumsal şiddeti harekete geçiriyor. Şartları, gerekçeleri, şiddetin aktörlerini, tetikleyicilerini ve mağdurlarını birbirine indirgeyerek asıl resme vâkıf olamıyoruz. Yani hadiselerin kısa vadeli nedenleri, işi bu noktaya sürükleyen derin problemleri gizliyor.
Bir kere, insanlığın geldiği bu nokta bir tarihten bağımsız değil. 20. yüzyılda peş peşe yaşanan iki dünya savaşının etkileri insanlığın hafızasından tamamen silinmiş midir acaba? 90’lı yıllarda Balkanlar’da ve Kafkasya’daki; 2000’lerde Irak, Suriye, Yemen, Mısır, Cezayir ve Libya’daki trajediler ise zaten tazeliğini koruyor. Her an fitili ateşlenebilecek yeni gerilimler de savaş ve çatışma olgusunu gündemimizden düşürmüyor. Eli kolu bağlı şekilde olan biteni seyrediyoruz. Cinayetlerden, katliamlardan haberdar oluyoruz. Ve insanın tüylerini ürpertecek acı olaylar karşısında hissizleşiyor, daha da vahimi kanıksıyoruz.
Belki bunlardan daha derin ve etkili sebep ise bugünün insan profili ile ilgili. İliklerimize kadar işlemiş bir dünya hırsımız var. İçerisinde bulunduğumuz sistem daha fazla kazanmak için her yolun mübah olduğunu salık veriyor. Sabır ve kanaat hiçbir ekonomi kitabının konusu değil. Bencillik ve fırsatçılık akıllılık, beceriklilik diye vasıflandırılıyor.
Bir liman bulmak
Bu kadar derinleşmiş ve uzun süreçler sonucunda bu hale gelmiş olan şiddet meselesini birdenbire çözmek elbette mümkün değil. Ancak hemen netice alamamak, çözüme yönelik adım atma konusunda ümitsizliğe sevk etmemeli bizi. Toplumu bir vücuda benzetirsek, şiddet de başka pek çok sorun gibi onu yavaş yavaş tüketen zehirlerden biri olarak değerlendirilebilir. Yeni kanunlar çıkararak, cezaları artırarak, sosyal baskı oluşturarak, şiddetin kötülüğü ve sonuçlarına ilişkin kamuoyunu bilgilendirerek, ağrıyı dindirip ateşi geçici olarak düşürsek de zehri tamamen vücuttan söküp atacak, gerçekten tedavi edecek panzehiri üretmiş olmayız. Öyleyse yavaş yavaş da olsa daha köklü ve kalıcı çareleri aramak zorundayız.
Aslına bakılırsa aramaya da gerek yok. Zaten var olan çareye başvurmak gerekiyor. İnsanı doğuştan kötü kabul eden sapkın zihniyetlerin çizdiği rotalar yerine, eşref-i mahlûkat olarak tanımlayan ve tarihin en karanlık dönemlerinden birine güneş gibi doğan İslâm’ın sunduğu yol haritası rehberimiz olmalı. O haritada bütün işaretler tek bir noktaya yönlendiriyor: Merhamet.
Eğer artık küllenmeye yüz tutmuş merhamet ateşini yeniden alevlendirebilirsek, şiddet denilen sarmaldan kendimizi ve toplumu çekip çıkarabiliriz. Merhamet o kadar geniş bir alana yayılmalı ki; bitkilerden hayvanlara, erkeklere, kadınlara, çocuklara, yaşlılara etrafımızda nefes alıp veren herkese ve her şeye sirayet etmeli. Geleceğimizi inşa edecek çocuklarımızın can suyu merhamet olmalı. “Merhamet etmeyene merhamet olunmayacağını”, “merhametin ancak akıbeti kötü kişilerin kalbinden kaldırılacağını” yaşayarak öğretmeliyiz. Merhamet görenin de gösterenin de kalplerinin ısınacağını anlatmalıyız onlara. İçerisinde merhamet taşıyan bir yürekten ve gülüşünde samimiyet barındıran bir yüzden daha güzelinin olmadığını göstermeliyiz.