Aramak

YETİM DEĞİLİZ

Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Dördüncü hikmetin şerhine devam ediyoruz. İbn Atâullah İskenderî hazretleri, dördüncü hikmette, “Tedbirden yana rahat ol. Başkasının (Allah’ın) senin yerine yaptığı işi kendi üzerine yükleme!” buyurmuş ve Bûtî merhum, bu hikmete, İmam Zeynelabidin hazretlerinin tavrını misal olarak sunmuştu. Hikmetin şerhine devam ediyoruz. Peki, Zeynelabidin hazretlerinin yaptığı gibiduygu ve düşüncelerimizi, amellerimizi bu hikmetin gerektirdiği şekilde tayin etmemiz kolay bir iş midir? Atâullah İskenderî hazretlerinin, “Tedbirden yana rahat ol. Başkasının (Allah’ın) senin yerine yaptığı işi kendi üzerine yükleme!” nasihatine kulak verdikten sonra, bu nasihate psikolojik ve duygusal yönden uyum sağlamak kolay bir iş midir? Bu hikmeti şerh ve izah ettikten sonra aklım bu nasihate ikna olsa da vicdanen, duygusal ve psikolojik yönden bu nasihate uyum sağlamak hakikaten zor bir mesele. Zira insan bütün işlerinde kendisini, hedeflerinin ve istediği neticelerin tek yapıcısı, karar vericisi olarak konumlandırmaya meyillidir. Hedeflerine ve isteklerine uygun olmayan, istemediği, razı olmadığı bir badireyle karşılaştığında büsbütün ruhu daralır, canı sıkılır. Zihninde türlü düşünceler, hesaplar ve ihtimaller dönmeye başlar. Neyi yapıp neyi yapmadığını, neleri eksik bıraktığını, hangi sebeplere başvurması gerektiği halde ihmal ettiği gibi birçok meseleyi zihninde döndürüp durur. Bu halde ne ibadetinde huşu kalır ne de zikrinden, kulluğundan veya Kur’an kıraatinden lezzet alır. Tabii aklı ve kalbi karmakarışık olsa da kulluk yapmaya, ibadete meyilli olduğu takdirde böyle bir hale düşer. Diğer taraftan hal böyleyken ailesiyle, çoluk çocuğuyla beraberliğinde dahi huzursuz olur, belki gözüne uyku girmez. Peki bu zorluğun üstesinden gelmenin yolu nedir? Aklen kabul edilen bu hikmeti uygulamada psikolojik ve duygusal olarak hazmetmek nasıl mümkün olacak, bunun ilacı ne ola? Bunun ilacı zikrullahı çoğaltmak, Allah’ın zikrine yapışmaktır. Yani zikirle birlikte O’nun kudret ve azametini murakabeye azmetmektir. Bunun en kolay yolu da, nimeti o nimetin sahibi ile irtibatlandırmak, yani verenin Cenâb-ı Hak hazretleri olduğunu daima hatırlamak, tefekkür ve tedebbür ile günlük Kur’an kıraatine devam etmektir. Bu ilaç kalpteki ilâhî muhabbeti besler ve insanın Allah’ın hikmet, rahmet ve lütfuna olan itimadını artırır. Şayet müslüman bu ilaca devam eder ve kendisini bu yola adayıp günah ve çirkinliklerden uzaklaşma hususunda gayret ederse, İbn Atâullah hazretlerinin bu nasihatini psikolojik olarak da hazmeder, lezzet alır ve ona dayanır. Şu halde bu hikmete fikrî zeminde inanmakla uygulayabilmek arasındaki mesafeyi kapatmanın yolu bu ilacı kullanmaya devam etmek ve bu yola sımsıkı yapışmaktan geçer. Bu mesafeyi kapattığın zaman bu hikmetin tadını alır, gönül huzuru ve kafa konforuyla gereğince amel edersin. Bir kimse fabrikanda veya ticarethanende bir sıkıntı olduğu haberiyle kapını çalsa, az biraz geçmişe gidip, işyerinde icap eden tedbirleri alıp almadığını hatırlamaya çalışır, bir şeyleri eksik yapıp yapmadığını, gerekli vesilelere müracaat edip etmediğini sorgularsın. Neticesinde, Allah’ın tevfiki ile gerekli bütün tedbirleri aldığın ve lazım gelen bütün vesilelere yapıştığın zihninde belirir. O zaman gönül huzuruyla uyur, ortaya çıkan sorunun senden kaynaklanmadığına ve çözümün de senin elinde olmadığına, işin neticesinin tamamen Allah’ın hükmü altında bulunduğuna emin olursun. Üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmen ve Allah’ın seni mesul kıldığı tedbirlere riayet etmen, Zât-ı Ulûhiyyeti’ne olan muhabbetini besleyip büyüteceği gibi, seni Allah’ın hikmet ve rahmetine güven duymaya, O’nun kazâ ve hükmüne gönülden teslimiyete sevk edecek. Yakînen bileceksin ki, Allah’ın senin hakkındaki muradı hayırdan başka bir şey değildir. Zâhiren hayırlı görünmese dahi bâtınen hayırlıdır. Böyle düşündüğün vakit kalbin sekinet bulacak, psikolojin düzelecek, gönül huzuruna kavuşacaksın, yüzün gülecek. Bu güzelliklerin devamı da ancak bu tavrı muhafaza etmene bağlıdır, bilesin. Şu hatıramı hiç unutamam: Seyahate çıkmıştım ve Şam’a dönüş yolundaydım. Humus’un dış mahallelerinde iken akşam namazı vakti girdi. Namazı Hz. Halid b. Velid Camii’nde eda ettim. Namazı bitirip camiden çıkmaya niyet ettiğimde üstü başı perişan, esmerce bir adam bana yöneldi. Kılık kıyafete önem vermeyen dervişlerdendi. Bütün yüzüne yayılan bir tebessümle mutlu bir halde; – Hayırdır, neyin var? Mutluluktan niçin oynamıyorsun? Allah’ın sahibimiz, dostumuz olduğunu bilmiyor musun? Haberin yok mu? Kainatın şu köşesinde bizler yetim bırakılmış değiliz, dedi. Bu tür cümleleri tekrar ede ede cezbe halinde uzaklaşıp gitti. Durdum, düşündüm. Şu ayet-i kerime hatırıma geldi: “Bu, Allah’ın inananların yardımcısı (dostu) olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı bulunmamasından dolayıdır.” (Muhammed, 11) Dervişin cümlelerinin bana hatırlattığı bu ayet-i kerimeden kaynaklı bir mutluluk bütün benliğimi kapladı. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle, terbiyesiyle, himayesiyle ve kullarını muhafazasıyla yardımcımız olmasından dolayı bütün varlığımla ona nasıl bağlı olduğumuzu tasavvur ettim. Allah’tan yüz çeviren, inkâr ederek ona karşı büyüklük taslayanların ise, O’nun dostluğundan mahrum kalışlarıyla adeta birer yetim olduklarını fark ettim. Dev dalgalar gibi üzerlerine gelen dünya karmaşasının onları korkuttuğunu ve kendisinden kaçışın mümkün olmadığı bilinmezliğin sinirlerini gerdiğini zihnimden geçirdim. Bu dervişin sözlerinden, kendisinin baştan aşağı huzur, sevinç ve neşeden ibaret ortaya çıkışından, Allah’ı dost bilmesinin tatlı teslimiyetinden geriye kalan bir ibret ve dersti. Akranlarımın ve bütün mümin kardeşlerimin de bu ibret ve dersten hissedar olmasını ümit ediyorum. Bizler ilâhî dostluk ve yardımın şemsiyesi altında gölgelenme ve Hak Tealâ’nın rahmet kanatlarının ve yüce lütuflarının altında huzura durma şerefine nail olmuş kimseleriz. Evet, Allah Azze ve Celle’nin, “Bu, Allah’ın inananların yardımcısı (dostu) olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı bulunmamasından dolayıdır.” (Muhammed 11). “Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara 257) ayetlerine yakînen inanıp meşru sebeplere yapışarak vazifeni eda ettiysen, dünya halinin iniş çıkışları ve kargaşasından hangi biri seni korkuya veya endişeye sevk edebilir? Bu yakîn nuru ile donandığın vakit, rabbânî muhabbetle cezbeye garkolacaksın. Dinleyenlerin çoğunun kalbinde tesir uyandırmayan ve gazelhanların çokça okudukları şu beyitleri işittiğinde ise ilâhî neşve seni bir daha oturtmayacakmışçasına ayağa dikecek: Gözle Hak’la beraberliği, bir bak O da seninle Terk et mâsivâyı, kaçın hırslı olmaktan Bel bağlama asla O’ndan gayrısına Toprağa ekendir seni, seni sulayacak olan. Kimdir O’nu alıkoyacak, verecek olsa sana Kimdir sana verecek, O alıkoyduktan sonra?
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy