İnsanoğlunun geçmişe güzelleme yapması, geleceği de hayal etmesi fıtratından mı gelir bilinmez ama bugünden kaçış olduğu kesindir. İnsanın yapmadıklarına mazeret araması ve içinde yaşadığı zamanı suçlaması onu çok rahatlatır. Adeta “ne yapabilirim, yapacak bir şey yok, böyle bir zamanda gelmişiz” diyerek kendisini aklamaya çalışır. Bilmez ki aslında her devirde rahatlamayı mazeretlerde bulan insanların ortak söylemidir bu. Halbuki mevzu zaman ya da yaşanılan dönemin şartları değil, insanın kendisini konumlandırmak istediği yerdir, yani konforudur.
Geçmişe ve geleceğe bakarken
Peki, geçmiş ve gelecek ne ifade etmeli ve ne kadar önemsenmelidir? Bugünü anlamak için bunun açıklığa kavuşturulması elzemdir. Geçmişin yükünden ve geleceğin endişesinden kurtulmadan bugünü müstakil olarak yaşamak mümkün olmaz. İnsan şüphesiz bilgisiyle, yapıp ettikleriyle, düşüncesiyle, tecrübesiyle ve hayalleriyle irtibatlı bir varlıktır. Bu irtibat onu geçmişe ve geleceğe birçok yönüyle bağlar ve böylece bu ikisi arasında bugününü şekillendirir.
Eğer hayat bu dünyadan ibaret olsaydı insanın bu yaptığı doğru olabilirdi. Fakat o bu dünya hayatını aşan aşkın bir varlıktır. Allah’ın lütfu ile insan ebedi hayatın eşiğinde olduğu için hayatının tamamını bu ebediliği hesap ederek yaşaması gerekir. Nasıl ki ahiret hayatımız bu dünya hayatında şekillenip belirleniyorsa, dünyanın kendisi de bizim için kendi zamanımızda şekillenip belirlenmiş oluyor. Yani benim için dünya benim yaşadığım zamanki dünyadır; benim için dünya hayatı benim yaşadığım hayattır. Hatta benim için dünyanın başlangıcı benim doğumumdur ve nihayet benim için dünyanın sonu benim ölümümdür.
O zaman kestirmeden söyleyebiliriz: Benim için hayat tam olarak şu an yaşadığım andır, şimdidir, içinde bulunduğum vakittir. Ömür de “şimdiki anların” toplamından ibarettir. O halde üzerinde durmam ve ağırlık vermem gereken zaman dilimi “şu an”dır. Geçmişle fazla işim yoktur, çünkü geri gelmeyecektir ve telafisi her zaman mümkündür. Allah Teâlâ, tevbe gibi muazzam bir kapı ile insana geçmişi bir anda temize çekebilme imkanı vermiştir.
Gelecek ise belirsizdir ve şu anda önceliğimiz o değil. Sorumlu olduğumuz zaman dilimi, içinde bulunduğumuz an ve zamandır. Mevcut anının değerini bilip ona göre yaşayan insan gerçekte geçmişini de geleceğini de kurtarmış olur. Çünkü mevcut an bir süre sonra geçmiş olacağı için geçmişini tahkim etmiş, aynı zamanda mevcut an sürekli gelecekten geldiği için geleceğinin de temelini atmış olur.
‘Zamanın insanı’
Tasavvuf ehli özellikle içinde bulunulan zamana çok ehemmiyet vermiştir. Bu ehemmiyet o kadar ileri derecededir ki mürid için “ibnü’l-vakt: vaktinin insanı” tabirini kullanmışlardır. Tasavvuf, ebediyet yolculuğunda insanın geçmişiyle ilişkisini tevbe üzerinden kurmasını teklif eder. Onun haricinde bir sorgulamayı sorunlu bulur. Tevbeden sonra geçmiş defterler Allah Teâlâ’ya havale edilir ve kapatılır. Bu geçmiş ister günahlarla dolu olsun ister sâlih amellerle, farketmez. İkisine de takılmamayı talep eder. Günahlara takılmamayı ister, çünkü “günahlarından tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” Tevbe edildiği halde geçmişi takıntılı hale getirmek geçmişin yükünden kurtulmayı zorlaştırır. Biz bunu en fazla Sahabe-i Kiram efendilerimizin hayatlarında müşahede ediyoruz. Onlar iman dairesine girdikten sonra öyle temiz bir sayfa açmışlardı ki Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de kendileri de geçmişte yaptıklarını birbirlerinin yüzlerine vurup hatırlatmamıştı.
Yine tasavvuf, tevbeden sonra geçmişteki güzel amelleri de mümkünse hatırlamamayı ister. Çünkü güzel işlerin hatırlanıp durulması gurura, kendini beğenmeye sebep olabilir ve bir yüke dönüşebilir. Bundan dolayı denilmiştir ki “şeriat günahlara tevbeyi emrederken, tarikat günahlarla birlikte amellere de tevbeyi emreder.”
Burada güzel amellere tevbe etmekten maksat tabii ki amellerin kendisine değil, sebep olabileceği kibir, kendini yeterli görme veya beğenme gibi kalbi hallere tevbedir. Bundan dolayı tasavvuf, bir cahile “tevbeye muhtaçsın” dediği gibi bir âlime de “tevbeye muhtaçsın” der. Namaz kılmayana tevbeyi teklif ettiği gibi âbide de teklif eder. Aynı şekilde cimriye de cömerte de...
Diğer taraftan tasavvuf, kulu geçmişin yükünden kurtarmak istediği gibi gelecek endişelerinden ve hayallerinden de kurtarmak ister. Dünyevî endişe ve emeller kulu dünyaya daha fazla boğarak amellerden uzaklaştırır. O halde elde tek şey kalmıştır: Şu an. Çünkü hayat şu anda yaşanılandır, kulluk da şu an yapılan... Geçmiş de şu anlardan oluşur, gelecek de şu anda temellenir.