Aramak

Zulüm ve Zillet Halleri

"Fakirlikten, kıtlıktan, zilletten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah’a sığının." (Hadis-i Şerif)

Ebu Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlar:

"Fakirlikten, kıtlıktan, zilletten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah’a sığının." (Nesâî, Sünen, İstiaze, 4/450)

Müslüman, İslâm’la şereflenmiş ve hayatını onunla anlamlı kılmış kimsedir. Bu şerefe nail olmanın şükrü ve onuruyla yaşar. Allah Tealâ’yı bilmek, O'na kul olmak makamların en üstünüdür. Bu büyük bir meziyet ve üstünlüktür. Bu meziyetten mahrum olanın yaptığı amelin bir karşılığı yoktur. Cennet ancak iman edip sâlih amel işleyenlerin yeridir.

Müslüman, saygınlığını ve ulaştığı bu seviyeyi muhafaza etmek zorundadır. İmanı ile zirvede olduğunun, uhrevî bir alışverişe girdiğinin farkında olmalıdır. Önünde bitmez tükenmez bir hazine dururken ucuz ve sıradan hedefler peşinde olamaz.

Bin zillet, bir izzet

İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyh, bu hadis-i şerif münasebetiyle insanın şeref ve izzetini eksilten hal ve davranışlara dikkat çeker. Hadis-i şerifin işaret ettiği incelikleri ve hikmetleri "zillet ve zulüm" kavramları üzerinden açıklar. Çoğu müslümanın içine düştüğü fakat farkında olmadığı nefsin tuzaklarından bahseder. (Kelabâzî, Bahrü’l-Fevâid, 1/265-269)

Onun işaret ettiği incelikler aslında İslâm âleminin bugün topyekûn içine düştüğü ve bir türlü yakasını kurtaramadığı sıkıntı ve itibarsızlığın sebeplerini hatırlatır.

Zillet, Arapça "zül" kelimesinden türetilmiş ve "âcizlik, itibarı kaybetmek, aşağılanmak" anlamındadır. Güç, üstünlük, saygın olmak anlamına gelen izzet kelimesinin zıddıdır. İtibarını kaybeden, alçak kimseye "zelil", saygın ve itibar sahibine ise "aziz" denir. (İsfahânî, el-Müfredât, ‘Züll’ maddesi)

İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyhe göre zillet, yani insanın saygınlığını, itibarını kaybetmesi çeşitli şekillerde olur. Bunlardan biri fakirlikle, diğeri varlıklı olmakla alakalıdır.

Varlıklı olmak veya yoksulluk, hayat çizgisinin iki farklı kutbudur. Ömür, ikisi arasında gelgitler ve mücadele ile geçer. Fakirlik veya zenginlik, maddi olduğu kadar manevi zorlukları olan birer imtihandır. İnsanın sabır, şükür, tevekkül ve teslimiyetinin sınandığı meydandır. İnsan ne kadar güçlü iradeye sahip olursa olsun, Allah Tealâ’nın inayeti olmadan bu imtihandan başarılı çıkması zordur.

Fakirlik ve yokluk çeşitlidir. Maişet ve mal kıtlığı, ev bark, yer yurt darlığı bir tür fakirliktir. Cehalet de bir tür fakirliktir ve sıkıntısı diğerlerine göre daha fazladır. Takva yoksulluğu ve günahkârlık ise ahiret fakirliği-dir ki, asıl felaket budur.

Geçim sıkıntısının insanı zor durumda bıraktığı, bazı durumlarda meşgul edip ibadet ve taatten alıkoyduğu bilinir. En kötü ihtimal başkalarına el açmaya sürükleyebilir ki bu, insanın onur ve haysiyetini zedeleyen, saygınlığını yitirmesine sebep olan bir haldir. Fakat Allah dostlarının yaptığı gibi sabır, tevekkül ve rıza göstererek bu durumu kazanca çevirmek de mümkündür.

Diğer taraftan insanın varlıkla imtihanı, yoklukta olandan daha zordur. İnsan istemese de fakirliğe ve yokluğa sabretmek zorundadır. Mal mülk, adam ve makam bakımından varlıklı olduğu halde doymayan, kanaat etmeyen nefse sabretmek ise çok daha çetindir. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Zenginlik mal çokluğu ile değil, nefs zenginliği (kanaat) iledir." hadis-i şerifi ile varlıkla birlikte insana musallat olabilecek kanaat fakirliğine işaret buyurmuşlardır. (Buhârî, Rekâik 7/178; Müslim, Zekât 1/726)

Kanaat fakirliğinin neticeleri kibir, hırs ve zulümdür. Bunlar Cenab-ı Allah’tan uzaklaştıran, hakikatte insanın itibarını yok eden, zillete düşüren kötü hallerdir. Yokluk sebebiyle dilenen kimsenin tevbesi ve dönüşü kolaydır. Fakat kibre düşmüş, zulmeden ve kul hakkına giren kimsenin tevbesi zordur. Hakkı sahibine iade etmesi, helallik dilemesi, sonra Cenab-ı Allah’tan af dilemesi gerekir.

Güç zehirlenmesi

Zilletin bir türü de, emanet olarak verilen imkânlarla övünmek, adam çokluğu ve arkasındaki güç ile büyüklenip başkalarına caka satmaktır.

Gerçekte şeref ve itibarı güçte, soy sopta, makam ve şöhrette arayanlar aciz, seviyesiz ve basireti kapalı kimselerdir. Bu aynı zamanda peygamberlere zulmedenlerin, hakkın karşısında duranların ortak özelliğidir. Nitekim üstünlük ve meziyeti mal mevki, soy sop ve adam çokluğunda zannedip büyüklenenler, hakkı dinlemez, hak ehlini hor görüp aşağılamaya çalışırlar. Asr-ı Saadet'te vuku bulan şu iki hadise bu hususta ibret vericidir:

İslâm’ın ilk yıllarıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Makam-ı İbrahim’de namaz kılmaktadır. Ebu Cehil yanına gelerek: "Seni bundan menetmedim mi?" diyerek namaz kılmasını engellemeye çalışır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de ona "Sen kim oluyorsun?" tarzında sert bir karşılık verir. Bunun üzerine Ebu Cehil; "Sen de biliyorsun ki bu Mekke vadisinde taraftarı, yandaşları en fazla olanı benim!" diyerek tehdit eder. Bu olayın akabinde Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de mealen; “O hemen gitsin de kendi taraftarlarını çağırsın, biz de zebânileri çağıracağız!” buyurdu. (Alâk 17-18)

İkinci hadise ise hicretin beşinci yılında Mustalikoğulları Gazvesi’nde gerçekleşir. O sırada on beş yaş civarında olan Zeyd b. Erkâm radıyallahu anhın başından geçer. O şöyle anlatır:

“Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile sefere çıkmıştık. Bir ara gaziler sıkıntıya düştü. Abdullah b. Übey bunu fırsat bilip şöyle dedi: ‘Muhammed’in yanında olanlara yardım etmeyin ki etrafından dağılıp gitsinler!’ Şunu da ilave etti: ‘Hele Medine’ye bir dönelim de en aziz olanlar en zelil olanları oradan nasıl sürüp çıkaracak, göreceksiniz!’ Ben hemen gelip bu sözleri Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme haber verdim. O Abdullah b. Übey’i çağırttı ve; 'Bunları söylediğin doğru mu?' diye sordu. O da böyle şeylerden asla haberi olmadığına dair yemin ediverdi. Orada bulunanlardan bazıları; ‘Zeyd, Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme yalan söyledi!’ dediler. Onların bu sözlerine çok üzüldüm. Öyle ki Cenab-ı Hak bu sureyi (Münafikûn suresini) indirdi.” (İbn Kesîr, c. 3, 505)

Bu surede hadise ile alakalı ayette Allah Tealâ mealen şöyle buyurur:

“(O münafıklar) diyorlar ki: Yemin olsun, eğer Medine'ye dönersek en aziz olan, en zelil olanı muhakkak oradan çıkaracaktır! Halbuki izzet (şeref ve üstünlük) Allah'ındır! Hem peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.” (Münafıkûn 8)

Adamların, yardımcıların, taraftarların, takipçilerin çokluğu ile övünüp böbürlenen, bunu bir meziyet sanıp üstünlük taslayan gerçekte değer yargıları bozuk, kendi kendini kandıran, seviyesi düşük kimsedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Adamlarıyla övünen kimseyi Allah Tealâ zillete düşürür.” buyurmuşlardır. (Ebu Naîm, Hiyetü’l-Evliyâ, 2/174)

Bu hadis-i şerife, Hakîm Tirmizî rahmetullahi aleyh şu hikmetli şerh koyar: Yaratılmışlara güvenip övünen zillete, aklına güvenip hidayet (doğruyu) arayan dalâlete düşer. (Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 2/300)

Muhalefette iktidar aramak

Zilletin bir türü de, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesinden ayrılmak, aklına ve nefsine uyup Kur’an ve Sünnet'in dışına çıkmak, müminlerin gittiği doğru yoldan sapmaktır. Yüce Allah mealan: “Kim de kendisine hidâyet belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelir ve müminlerin yolundan başkasına tâbi olursa, onu (kendi) tercih ettiğinde bırakırız ve cehenneme atarız! O ne kötü varılacak yerdir!” (Nisa 115)

Nefs-i emmârenin peşinde, onun arzularına uyan ve aklını doğru yolda kullanmayıp kendine zulmeden kimseden daha zelili olabilir mi? Nefsine uyup şeref ve izzet sahibi Cenab-ı Allah’ın ve O’nun Kutlu Elçisi'nin yolunu bırakıp başka mecralarda çıkış arayan, Sünnet-i Seniyye'nin, evliyanın izlediği yolun dışına çıkan kimse, aslında tek kalmış ve kendini şeref ve izzet sahibi zannedebilir. Fakat aslında Rabbi'ne karşı kibre kapılmış şeytana yoldaş, Rahman’a uzak, sevimsiz biridir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Cemaatle birlikte olun, sürüden ayrılıp uzaklaşanı kurt kapar.” buyurmuştur. (Ebu Davud, Salât 1/150)

Anlaşılan o ki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin inananları uyarıp sakınmalarını istediği zillet, aslında iki tür davranışın neticesidir. İlki, Allah Tealâ’dan başkasına güvenip onunla övünmek, diğeri O’nun indirdiği dini aklına ve nefsin arzularına göre yaşamak veya yaşatmaya çalışmaktır.

Kendine ve başkasına zulüm

Hadis-i şerifte geçen; “zulmetmekten ve zulme uğramaktan” kısmı için şunlar söylenebilir:

Zulüm hak ihlali, haddi aşmaktır. Başkasının hakkına tecavüz veya mülkünde onun rızasına aykırı tasarrufta bulunmaktır.

Mülkün gerçek sahibi Allah Tealâ’dır. İnsan dâhil, kâinatta her şey O’nun mülküdür. Mülkün insana izafe edilmesi mecazîdir. O halde insan emaneti sahibinin rızasına uygun kullanmak zorundadır. Aksi halde emanete hıyanet etmiş olur ki, bu zulümdür.

İnsan her istediğini söyleyemez, her dilediğini yapamaz. Akıl, göz, kulak, dil, el, ayak ve beden; her şeyin bir yaratılış gayesi ve hikmeti vardır. Gayesinin dışında, hikmetine aykırı işlerde sarf etmek her azaya yapılmış bir zulümdür. Sonu ziyan ve pişmanlıktır.

Zillet gibi zulmün de türleri vardır: Bunlardan ilki Allah Tealâ’ya şirk koşmaktır ki Kur’an-ı Kerim'in ifadesi ile: “Şüphesiz şirk büyük zulümdür." (Lokman 13)

Bir diğeri Allah’ın kullarına yapılan zulümdür ki bu da, büyük küçük, sözlü fiilî her ne türden olursa olsun, kul hakkına girmektir. Kul hakkı affedilmeyen günahlardandır. Hak, sahibine iade edilmediği veya helallik alınmadığı takdirde insanı hesap gününde Allah Tealâ’nın huzurunda iflasa götürür ki, sonucu şiddetli cehennem azabıdır.

Bir diğeri de insanın kendi nefsine yaptığı zulümdür. Hayattayken ilâhî emirlere riayet etmeyip ahirete eli boş veya günahla gitmektir. Kıyamette her şey ortaya konulduğunda hayatın oyun olmadığının farkına varır ve pişmanlık içinde dolanır durur.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Dünyada yapılan bir zulüm kıyamette kat kat zulümâta dönüşecektir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Mezâlim 2/864)

Dünyada Rabbi'nin emirlerine uymayan kimse, ahirette müminlerin erişecekleri nimetlerden mahrum olmanın acısını çekecek, onlar imanın nuruyla ilerlerken o karanlıklar içinde kalacaktır.

Zalimin hüsranı ise amellerin tartıldığı, hakların sahiplerine iade edildiği ve akabinde ebedi kalacağı azap olacaktır.

Şu halde hadis-i şerifte ifade edilen kıyametteki kat kat zulümâtın anlamı, önce ilâhî rahmet ve yardımdan mahrum kalmak, sonra hesap gününün hüsranı, nihayet cehennem azabıdır. Böylece zulmet üstüne zulmet vâki olmuş olur. Dünyada işlenen tek bir zulmün insanın başına getirdiği felaketler ne acıdır! Bundan büyük bedbahtlık olur mu?

İnsan, hayatta kalma mücadelesi vermek, canını, dinini ve ırzını koruyup kollamak zorundadır. Yeme içme, giyim, barınma, güvenlik gibi ihtiyaçları insanın ne kadar muhtaç bir varlık olduğunu gösterir. İhtiyaçlarını karşılamak için başkalarıyla irtibat içinde olmak zorundadır. İlâhî ölçüler göz ardı edildiğinde bu ilişkiler ağı içinde hak ihlalleri yani zulüm kaçınılmaz olur. Ya zulmeder ya zulme uğrar ya da ikisi birden gerçekleşir.

Bu yüzden insan başıboş bırakılmamış, peygamberler gönderilmiş ki doğru yolu tutsun, nefsini ıslah eylesin; dinini, ırzını, canını, malını muhafaza etsin. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan kendisini korusun. Her durumda Cenab-ı Allah’a muhtaç olduğunun farkına varıp iman, amel ve ahlâk güzelliği ile ilâhî huzura çıkmaya, rahmet ve şefaat istemeye yüzü olsun.

Hadis-i şerif, müslümanlar olarak maalesef asırlardır içine düşüp bir türlü çıkamadığımız durumun da tercümanıdır. Ümmet olarak sahip olduğumuz imkânlara rağmen fakirlik, sefalet, savaş, tehcir, açlık gibi sıkıntıların yanı sıra mağlubiyet ve zillet duygusundan kurtulamamanın sebeplerine işaret etmektedir.

Bu düşüşün siyasî, iktisadî, askerî, dâhilî ve hâricî birçok sebebi olabilir. Fakat alttaki asıl sebep, müminin kimliğini oluşturan ilkelerden uzaklaşılmasıdır. İzzet ve itibar Cenab-ı Allah’a yakınlıkta değil mâsivâda aranır hale gelmiş, mukaddesat yerine dünyalık unsurlar medâr-ı iftihar olmuştur. Dahası, izzet ve itibar kaynağımız olan bu mukaddes din, herkesin kafasına göre yorumlayabileceği, keyfine göre uygulayabileceği bir belirsizliğe itilmeye çalışılmıştır.

Hz. Ömer radıyallahu anh der ki: “Biz zillet içinde bir topluluk iken Allah Tealâ bizi İslâm’la şereflendirdi ve en izzetli hale getirdi. Ondan uzaklaştıkça da zillete düşürdü.” (Münzirî, Terğib ve Terhib, 6/34)

Cenâb-ı Hak mealen şöyle buyuruyor: “Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa 139)

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy